English French German Spain Italian Dutch Russian Portuguese Japanese Korean Arabic Chinese Simplified

24 Ağustos 2011 Çarşamba

Şimdi de Bacak Reflü’sü…



Şimdi de Bacak Reflü’sü…

Özellikle hareketsiz, sürekli oturarak ya da uzun sürekli ayakta çalışmayı gerektiren günümüz çalışma koşulları, çalışan kadınların büyük bir bölümünü venöz reflü hastalığı açısından riskli grubuna sokmaktadır.

Temel nedenleri arasında hormon değişiklikleri ve uzun süre ayakta durma, hareletsizlik ve oturma yer alan hastalığın en belirgin belirtileri arasında bacaklarda yorgunluk, ağrı ve şişme yer alır. Kadınların en büyük sorularından biri olan venöz reflü, tedavi edilmezse ciddi rahatsızlıklara yol açabilir.

Bacaklardaki reflü nedir ?

Bacaklarımızda çok sayıda ven (toplardamar) mevcuttur. Sağlıklı bacak venlerinin içindeki tek yönlü çalışan kapakçıklar açılıp kapanarak, kirli kanın ayaklardan kalbe geri taşınmasını sağlarlar. Ven kapakçıkları bozulduklarında, aşağıdan-yukarıya doğru olması gereken bu yolculuk yön değiştirir ve yukardan-aşağıya, ayaklara doğru bir geri-kaçırma başlar. Buna venöz reflü denir.

Bacaklardaki reflünün sıklığı nedir ?
60 yaşına gelen kadınların %75’inde, erkeklerin %45’inde görülür.

Görsel belirtileri nelerdir ?
Venöz reflü’nün ilk belirtisi diz altında ve bileklerde görülen ve gün içinde artan ödem (şişlik)dir. Akşamları çıkarttığımız çoraplarımızın lastiklerinin izleri, bacaktaki ödemin en somut göstergesidir. Hastalık ilerledikçe bacaklarda aslında hiç olmaması, gelişmemesi gereken damarlar görülmeye başlar. Önce 1-3mm çapında, örümcek ayağı veya ağaç kökü manzarasında mavi-yeşil-kırmızı kılcal damarlar belirir. Tedavi edilmeden geçen süre, bu kılcal damarların çaplarını ve sayılarını artırırken, renklerini koyulaştırır. Cilt altında büyük, venöz pake denilen ve spagetti makarnaya benzeyen damarlar ortaya çıkar. Hastalığın son aşamalarında ciltte renk değişiklikleri ve bilek düzeyinde gelişip aylarca iyileşmeyen yaralar belirir. Tüm bu görsel belirtilere varis denir.

Günlük konforu bozan belirtileri nelerdir ?
Sabahtan akşama doğru artan karakterde, ayak tabanından dize doğru, adeta bir çizme tarzında, yanma-yorgunluk-ağrı hissi; dizaltında, bacağın iç yanında, kaşıntı; hareketsiz kalındığında ayaklarda veya parmaklarda kramplar; akşamları uykuya dalınmadan önce geçen sürede, ayakları yorgandan dışarı uzatıp serinletme veya germe veya altına yastık koyma arzusudur.

Hayatımızı tehdit edebilecek boyuta gelebilir mi?
Venöz reflü gelişirken, bacaklardaki toplardamarların içindeki kapakçıkların geriye kaçırması yüzünden artan basınç, bu damarları kıvrıntılı bir yapıya dönüştürür. Kıvrımlı bir damarda, kanın akışkanlığı da yavaşlar. Uzun yolculuklar, bacağa gelen darbeler, vücudun susuz kalması gibi durumlarda, toplardamar içindeki zaten yavaş olan kan akımı tamamen durur ve pıhtı oluşur. Bu pıhtı, tedavi edilmediğinde akciğer içindeki bir damarın tıkanmasına yol açabilir.

Kimler hastalığa adaydırlar ?
Ailede bu hastalık olması; hormonal bozukluklar veya hormon içeren ilaçlar kullanılması; uzun süre oturmayı veya ayakta durmayı gerektiren bir yaşam tarzı; hamilelik; aşırı kilo; uzun süreli güneş banyoları, sauna, kaplıca; topuklu ayakkabılar; bacakta bölgesel veya genel ısı-basınç uygulamasını gerektiren kozmetik yaklaşımlar bacaktaki reflünün ortaya çıkmasına yol açarlar.

Tanı nasıl konur ?
Bir kalp damar cerrahı tarafından ilk muayene yapılıp ön tanı konmalı; Bacak venlerinin görüntülenmesi konusunda özel eğitim ve tecrübesi bulunan bir radyolog tarafından bacak ultrasonu (venöz doppler görüntüleme) yapılıp kesin tanı konmalı; Bacaktaki hangi toplardamarın, hangi kapakçığının ne şiddette reflü gösterdiği, tedaviye ışık tutacak bir biçimde ortaya konmalıdır.

1-5mm çapında gözle görünen kılcal damarların tedavisi nasıl yapılır ?
Çok ince iğnelerle bu damarların içine, karbondioksit ve oksijenle karıştırılıp köpüklü bir hale getirilen ilaç enjekte edilir. Yüzeyel köpük skleroterapi adı verilen bu yöntem ile damar büzüştürülür ve vücut tarafından tamamen emilip yok edilmesi sağlanır. Emilim süreci sonunda hiçbir iz kalmaz Bacaktaki kılcal damarların yoğunluğuna göre bir veya birkaç seansta tüm istenmeyen yüzeyel damarlar yok edilirler. Bacaklardaki kılcal damarların tedavisinde kullanılan lazer cihazları ise, çoğunlukla kalıcı yanık izlerine yol açtıkları için, henüz idealden uzaktırlar.

5mm’den büyük olarak görünen damarların tedavisindeki yöntem nedir ?
Lokal anestezi altında, damarın görüldüğü hat boyunca, belli aralıklarla 1mm çapında minik kesiler yapılır. Bu kesiler içinden uzatılan, dantel tığ’ı benzeri bir alet ile, venöz pake denen bu damarlar vücuddan uzaklaştırılır. Kesiler çok küçük oldukları için dikiş ile tamiri gerektirmez ve süratle iyileşirler.

Bacağımızın derinlerinde yer alan ve gözle görünmeyen toplardamarların ciddi reflüsünde ne yapılmalıdır ?
Büyük ve Küçük Safen Veni diye adlandırılan bu venlerdeki reflü durumunda, yüzeyde gözle görünen damarların tedavisi ikinci plana bırakılmalı, öncelik bunlara verilmelidir. Buna ‘buzdağı fenomeni’ diye hitap etmek olasıdır. Zira esas sorun bacağın derinliklerindeyken yüzeye kafa yormak, çözümden uzaklaşmaktır. Büyük veya Küçük Safen Veni’nde reflü olduğunda bunları devre dışı bırakmak ve hastalık nedeniyle yerine getiremedikleri işlevi, bacakta yer alan çok sayıdaki toplardamar’dan, sağlıklı olanların üstlenmesini sağlamak gerekir.

Derinlerdeki reflü gösteren venler vücuddan nasıl uzaklaştırılır ?
İki yöntem vardır. Birincisi, 100 yıldır uygulanan klasik ameliyat yöntemidir. Anestezi, kesi ve dikişi gerektirmesi, uzun süre devam eden morluk ve ağrılara yol açması, 5 yıl içinde hastalığın nüks etme oranının %70’lerin üzerine çıkabilmesi yüzünden, zorunlu olmadıkça uygulanmamalıdır. İkinci ve en güncel yöntem ise, hiçbir kesi ve dikişi gerektirmeyen, lokal anestezi ve hasta uyanıkken uygulanan EVTA yöntemidir.

EVTA nasıl yapılır ?
Doppler görüntüleme altında, reflü saptanan damarın içine çok ince bir kateter yerleştirilmektedir. Bu kateter yardımı ile venin iç duvarlarına radyofrekans enerjisi uygulanmakta ve damarın kendi üzerine büzüşüp kapanması; büzüşen damarın da 8-10 ay içinde vücut tarafından emilip yok edilmesi amaçlanmaktadır. Bu yöntem sonrası 5 yıllık nüks oranı sadece %14’tür. Komplikasyon, tedavi deneyimli ekiplerce yapıldığında %1 oranındadır.

EVTA sonrası normal yaşam nasıl olmaktadır ?
Hasta, girişimden 1-3 gün sonra günlük yaşantısına ve her türlü spora, bacağında morluk, ağrı olmaksızın dönebilmektedir.

Venöz reflü tedavisi kimler tarafından yapılmalıdır?
Venöz reflü ve bunun sonucunda ortaya çıkan varis, kozmetik değil, bir dolaşım hastalığıdır. Bu nedenle de tedavi, kalp damar cerrahisi uzmanlık alanına girmektedir. Venöz doppler ultrason konusunda diplomasız ve/veya deneyimsiz bir kişiye yaptırılacak bir inceleme, zaman ve para kaybına yol açarken; Güncel varis tedavileri konusunda diplomasız ve/veya deneyimsiz bir kişiye yaptırılacak bir tedavi, geriye döndürülemez hasarlara yol açabilir.

Vajinal akıntı deyip geçme!



Vajinal akıntı deyip geçme!
Kadın doğum polikliniklerindeki hasta başvurularında birinci sırayı oluşturur. Vaginal akıntı yakınmasında genellikle altta bir hastalık söz konusu iken, bazen fizyolojik dediğimiz normal akıntılar da kadınların hekimlere başvurmasına yol açabilir. Yani, her akıntı mutlaka bir hastalığı işaret etmeyebilir. Adet döngüsünün belli dönemlerinde, şeffaf, kokusuz, herhangibir yakınmaya yol açmayan akıntı doğaldır, bir hastalığa işaret etmez. Bu tür akıntılar hormonların etkisiyle oluşur ve kendiliğinden geçer. Bu tür akıntılar için hekime başvurmaya gerek yoktur.

Vaginal akıntıda miktar, akıntının öneminde rol oynamaz. Bazen tamamen normal bir akıntının miktarı fazla olup, kişiyi rahatsız edebilir. Vaginal akıntı renkli (sarı, yeşil), kokulu, beyaz peynir parçaları şeklinde ise, yanma, kaşıntı ve cinsel ilişkide rahatsızlığa yol açıyorsa altta bir patojen etken söz konusudur. Eğer akıntı kanlı, et suyu renginde ise akla kadın organları kanserleri gelmelidir.
Vaginal akıntıda ilk akla gelen etken enfeksiyon oluşturan mikroplardır. Daha az oranda rahim, rahim ağzı ve yumurtalık kanallarının kanserleri akla gelmelidir.

Akıntının özellikleri (rengi, kokusu ve yoğunluğu) bize hastalığın nedeni hakkında yaklaşık bir bilgi verebilir. Örneğin tricomonas vaginalis enfeksiyonunda yeşil-gri, köpüklü bir akıntı, şiddetli yanma kaşıntı varken, gardnerella vaginalis enfeksiyonunda kötü (bozuk balık kokusu) kokulu ve gri-beyaz renkli bir akıntı vardır. Mantar enfeksiyonlarında ise beyaz peynir parçaları şeklinde bir akıntı, yoğun yanma ve kaşıntı şikayeti vardır. Yumurtalık kanallarının kanserinde et suyu renkli bir akıntı ve alt karın ağrısı, rahim kanserinde ise menopoz sonrası kanama veya adet dışı kanama şeklinde kendini belli eder. Rahim ağzı kanserinde ilişki sonrası kanama veya kanlı akıntı vardır, hastalığın ileri dönemlerinde bu kanlı akıntı kötü kokulu hale döner. Yani akıntıdaki kötü koku mutlaka bir patolojiyi ifade eder.

Bakteri ve mantarlarla oluşan akıntıların hepsinde kadınla birlikte eş tedavisi gerekmez. Örneğin tricomonas vaginalis enfeksiyonunda eş tedavisi de gerekirken, mantar enfeksiyonlarında genellikle eş tedavisi gerekmez. Akıntı ile birlikte kasık ağrısı ve ateş yüksekliğinin olması iç genital organlarda da enfeksiyon şüphesi uyandırır. Bu durum derhal ciddi bir tedavinin başlanmasını gerektiren sağlık sorunudur. Yine kanlı akıntının kötü kokulu olması rahim ağzı kanserini akla getirmelidir. Buradaki kötü koku dokuların harabiyeti nedeniyledir. Kanlı akıntı ile birlikte alt karın ağrısının olması kadın organ kanserlerini akla getirmeli ve derhal uzman doktora başvurulmalıdır.

Yukarıdaki bilgilerden de anlaşılacağı gibi aslında akıntı birçok hastalığı teşhis etmemizi sağlayan bir belirtidir. Bu nedenle beyaz, şeffaf, kokusuz akıntılar dışındaki bütün akıntılarda derhal bir hekime başvurmalı ve gerekli tedavileri uygulamalıyız.

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Türk biliminden "böbrek yetmezliği yapan gen" keşfi!


Türk biliminden böbrek yetmezliği yapan gen keşfi!

Hacettepe Üniversitesi (HÜ) öğretim üyesi Doç. Dr. Fatih Özaltın ve ekibi, çocuklarda son dönem böbrek yetmezliğine neden olan "PTPRO" isimli yeni bir gen keşfetti.

Hacettepe Üniversitesi Bilimsel Araştırmalar Birimi, AB 6. Çerçeve ve TÜBİTAK tarafından desteklenen proje kapsamında keşfedilen gen, birinci derece akraba evliliği bulunan ailelerde tanımlandı.

Çalışma kapsamında ailenin bir çocuğunda tespit edilen gen sayesinde, diğer çocuklar böbrek yetmezliği olmadan tedavi edilebildi. Genin bulunması, özellikle akraba evliliklerinin sık yaşandığı Türkiye’de böbrek yetmezliği potansiyeli taşıyan hastalığın erken dönemde tanımlanması ve tedavi edilmesi için önem taşıyor.

Çalışmalar ABD’deki American Journal of Human Genetics Dergisinde dün itibariyle yayımlanarak bilim çevrelerine duyuruldu.

HÜ Çocuk Nefroloji ve Romatoloji Ünitesi Öğretim Üyesi ve Nefrogenetik Laboratuvarı Sorumlusu Doç. Dr. Fatih Özaltın,
genetik mutasyonları çocuklarda nefrotik sendrom ve son dönem böbrek yetmezliğine neden olan PTPRO (protein tyrosine phosphatase receptor type O) genini ilk kez keşfettiklerini bildirdi.

Genin iki Türk ailede tanımlandığını, her iki ailede de anne ve baba arasında birinci dereceden akraba evliliği bulunduğunu anlatan Özaltın, ailelerden birinde 14 yaşında hastalığı başlayan bir gencin 18 yaşında böbrek yetmezliği görüldüğünü, ailenin diğer bireyinde ise böbrek sorununa ilişkin herhangi bir yakınmanın bulunmadığını aktardı. Bu çocuğun ablasında böbrek yetmezliği bulunduğu için gen taramasına alındığını ve idrarda proteine bakıldığını anlatan Özaltın, bu yolla bu genin taşıyıcısı olduğu ve ileride böbrek yetmezliği sorunu ile karşı karşıya geleceği riskinin erken dönemde teşhis edilebildiğini belirtti.

Özaltın, çocukta genin varlığının tespit edilmesiyle çocukta yoğun bir tedaviye başlandığını ve sonuçta çocuğun böbrek yetmezliğine gidişatının engellendiğini bildirdi.

Eskiden tamamen tedavisiz olan genetik odaklı böbrek yetmezliklerinde bu genin tespitinin ekiplerini çok heyecanlandırdığını dile getiren Özaltın, bu gende mutasyon saptanan hastalarda erken tanı ve tedavi ile son dönem böbrek yetmezliğine gidişin yavaşlatılabileceğini, hatta bazı hastalarda tamamen önlenebileceği yönünde aldıkları sonuçların umut verici olduğunu söyledi.

NEFROTİK SENDROM NEDİR?
Doç. Dr. Özaltın, çocukluk yaş grubunda sık görülen nefrotik sendromun, idrarda yoğun protein kaybı ve buna ikincil kan protein düzeyinde azalma, ödem ve kanda lipidlerin artışı ile karakterli bir hastalık olarak tanımlandığını belirtti.

Özellikle Türkiye’de böbrek yetmezliğine neden olan nefrotik sendromun akraba evlilikleri nedeniyle sık göründüğünü, hastalığın ileri aşamalarında diyaliz ve organ yetmezliğinin başladığına işaret eden Özaltın, hastaların bir bölümünün ise bu yönde bir şansı bile bulunmadığını, çok küçük yaşlarda böbrek yetmezliği nedeniyle kaybedildiğini belirtti.

Özaltın, çalışmada saptanan PTPRO geninin bozukluğunun böbrekten çok önem taşıyan "podosit"in sağlıklı fonksiyon görmesini engellediğini ispatladığını bildirdi.

"7 GEN DAHA ÖNCE KEŞFEDİLMİŞTİ"

Çalışmalarından önce steroide dirençli nefrotik sendroma yol açan 7 genin daha bulunduğunu dile getiren Özaltın, bütün bu genler ile hastaların ancak yüzde 20’lik bir bölümünün açıklanabildiğini ve geri kalan kısmında altta yatan genetik nedenin bilinemediğini söyledi.

Ekiplerinin çekinik özellik gösteren aileler üzerinde çalışarak şu ana kadar hastalıktan sorumlu olduğu bilinmeyen PTPRO geninde mutasyonlar tanımladığını kaydeden Özaltın, şöyle konuştu:

"Diğer resesif genlerin aksine PTPRO mutasyonlarına sahip bireylerin tedaviden fayda görebileceği de bu çalışma ile ispatlandı. Bu durum, genetik tanının tedavideki önemini vurguluyor. Şu ana kadar tedaviye dirençli nefrotik sendromda podosit fonksiyonunu bozan genlerde mutasyon saptandığında tedavi sonlandırılmakta, hastaların yan etkileri yüksek ve pahalı ilaçları gereksiz yere kullanmaları önerilmemekte, diyaliz ve böbrek nakil planlamaları yapılmaktaydı.


PTPRO mutasyonu saptanan hastalarda ise daha yoğun tedavinin faydalı olacağının görülmesi her genetik mutasyonun tek bir kalıp halinde ele alınamayacağını gösteren en önemli kanıt olarak gösteriliyor. Bu nedenle genetik bozukluğa göre tedavi algoritmalarının oluşturulması, tedavilerin kişiselleştirilmesi ve akılcıl tedavi politikalarının geliştirilmesi son derece önem taşıyor."

AKRABA EVLİLİKLERİ HASTALIK RİSKİNİ ARTTIRIYOR

Türkiye’nin ciddi bir sorunu olan akraba evliliklerinin "nadir hastalıkların" ortaya çıkma olasılığını arttırdığını vurgulayan Özaltın, şimdiye
dek tanımlanmış nefrotik sendroma neden olan resesif genlerin akraba evliliği olan ailelerde tanımlandığını ve bunların hemen tamamında bir ya da daha fazla Türk ailenin bulunduğunu dile getirdi.

Türkiye’de akraba evlilikleri oranının yüksek olmasının ciddi bir sağlık problemi oluşturduğunun altını çizen Özaltın, şunları kaydetti:

"Bu sorun hükümetlerin sağlık politikalarının da önceliği olmalıdır. Genetik araştırmalar, sadece hastalıkların altında yatan genetik nedenleri aydınlatmakla kalmıyor hastalıkların tedavilerinde de giderek artan bir öneme sahip oluyor.

Bu nedenle genetik hastalıkların sık görüldüğü ülkemizde genetik tanı ve buradan elde edilen verilere göre planlanacak tedaviler ülke kaynaklarını daha etkin kullanan bir toplum olmamızın ön koşulu gibi durmakta."

Neden ünlü olmak istiyoruz?



Neden ünlü olmak istiyoruz?

Charles Dickens, William Faulkner, Ernest Hemingway, Virginia Woolf, Sylvia Plath, Edgar Allen Poe... Bu isimlerin ortak özelliği hayatla ilişkilerini kesen rahatsızlıkların onları aynı zamanda dünyanın en başarılı yazarları yapmaları.

Manik depresyon rahatsızlıkları nedeniyle depresyon dönemlerinde altından kalkamadıkları birçok zorlukla karşı karşıya kalan sanatçılar, şöhretlerini hastalıklarının manik evresinde ortaya koydukları başyapıtlarına borçlu.

Nöropsikiyatri Hastanesi psikiyatristlerinden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, manik depresif hastalığının beynin kimyasıyla ilgili olduğunu belirtti. Kişinin bu dönemde çok yaratıcı olduğunu söyleyen Prof. Dr. Tarhan, "Manik depresif kişilerin beyni farklı çalışır. Böyle kişiler manik uçta kimsenin kavrayamadığını alır, göremediğini görür, gerçekten olağanüstü işler çıkarırlar" dedi. Ancak bu dönem geçtikten sonra kişide depresif durumlar yaşandığını ifade eden Prof. Dr. Tarhan, bu dönemin kişide intihara varan eylemlerle sonuçlanabileceğini vurguladı. Tarhan, kişinin bu tür hastalıklara genetik yatkınlığının olmasının intihar girişiminde belirleyici olduğuna dikkati çekti.

Birçok sanatçıda manik depresif duygudurum bozukluğu olduğunun bilindiğini anlatan Prof. Dr. Tarhan, beynin o dönemde yaşanan kimyasal uyarılma nedeniyle kendi kendini dopinglediğini ve bu nedenle kişinin çok sıra dışı şeyler yapabildiğini kaydetti. Bu rahatsızlığın sadece psikoterapiyle düzelecek bir şey olmadığının altını çizen Prof. Dr. Tarhan, "Bu, kesinlikle ilaç gereken bir durum. Böyle bir durumda kişinin muhakkak hem uzman yardımı, hem de ilaç alması lazım" diye konuştu.

Bu rahatsızlığı yaşayan kişilerin ilaç kullanmaları durumunda da yaratıcılıklarının azalacağına işaret eden Prof. Dr. Tarhan, "Onun için bu kişiler yaratıcılık dönemi bittiği zaman vakit kaybetmeden yakınları tarafından ilaca başlatılmalı" dedi.

"ENTEL BUNALIMI"
Sanatçıların daha çok benmerkezci yapıya sahip olduklarını söyleyen Prof. Dr. Tarhan, "Bu kişiler, kişisel ego ideallerine sahiptir. Yani toplumsal faydadan çok bireysel çıkarları ön planda tutar ve kişisel egolarını tatmin edemedikleri zaman kendilerini kötü hissederler" ifadelerini kullandı.

Bazı kişilerin de zaman zaman psikolojide "entel bunalımı" olarak adlandırılan rahatsızlıklara kapıldığını anlatan Prof. Dr. Tarhan, şöyle devam etti:

"Entel bunalımı mutluluk hormonu denilen serotoninin az salgılanması sonucu ortaya çıkar. Bu kişiler her şeyi entelektüelize ettiği için kontrolü kaybettikleri zaman bunalıma girer ve depresyonun derinliklerinde boğulmamak için konferanslar verir, şiirler, yazılar yazar. Kişilerin bu dönemde yaşadıkları iç çatışmaların sonucunda ilginç yapıtlar da ortaya çıkar. J.J. Rousso’nun ’İtiraflar’ı buna güzel bir örnektir.

Bunalımdaki entelektüeller, depresyonla mücadelede egolarını parlatarak yol alır. Karşı tarafta hayret duygusu uyanması, ünlü kişileri etkilediklerini görmeleri onların psikolojik gıdalarıdır. En büyük tutkuları en akıllı, en yetenekli, en iyi olduklarına inanmalarıdır. Bu rahatsızlığı yaşayan kişiler depresyonu örtülü yaşarlar."

"ÜNLÜ OLMA İSTEĞİ"NİN NEDENİ NARSİSİSTİK KİŞİLİK BOZUKLUĞU

Medyada görünür olma ya da "ünlü olma" gayretinin ise "narsisistik kişilik bozukluğu"ndan kaynaklandığını belirten Prof. Dr. Tarhan, bu tür kişiliğin ana temasının büyüklük duygusu, başkalarını anlayamama, başkalarının değerlendirmelerine aşırı duyarlı olma, sıradan olma korkusu nedeniyle hep sıra dışı olmaya çalışma, farklı şeyler yapma, parmakla gösterilir olmayı sağlama çabası olduğunu dile getirdi.

Narsisistik eğilimler gösteren insanların takdir ve övgüyle beslenen bir kişiliğe sahip olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Tarhan, tarihte Hitler’den Napolyon’a, Oscar Wilde’den Necip Fazıl’a birçok ünlünün bu hastalığa sahip olduğunu anımsattı.

Prof. Dr. Tarhan, "Kendini özel ve önemli görme, takdir, övgü, onayla psikolojik beslenmesini sağlayan kişiler bazı psikiyatrik rahatsızlıklara daha yatkın oluyorlar" dedi.

Bu kişilikteki insanların sıradan olma korkusunun, genetik yatkınlık olduğu takdirde, kişide şizofreni, manik, bipolar bozukluk durumları riskini artırdığını söyleyen Nevzat Tarhan, risk olduğunun fark edilmesi durumunda muhakkak bir profesyonel yardım alınması gerektiğinin altını çizdi. Prof. Dr. Tarhan, "Yoksa bu kişiler, verdikleri yanlış kararlar sonucu, yaptıkları bir hareketle bütün karizmalarını kaybederler" diye konuştu.

Bu rahatsızlığı yaşayan kişilerin, kendilerini eğitmek adına bir duygusal zeka programına katılmalarının hem başarılarının kalıcı olması noktasında yarar sağladığını, hem de bu kişilerin kendilerine zarar vermekten kaçınmasına katkıda bulunacağını anlatan Prof. Dr. Tarhan, şunları söyledi:

"Bu kişilerin duygusal zeka eğitimi almalarının psikiyatrik yardım almalarından daha koruyucu etkisi var. ’10 Adımda Duygusal Zeka’ adı verilen eğitimler var. Bu eğitimlerde kişilere kendini tanıması, öz denetim, kendi yaşamını sosyal yapıdan kopmadan devam ettirmesi, diğer insanlarla sağlıklı bir ilişkiyi nasıl kuracağı tarzında duygusal zeka uygulamaları veriliyor. Böylece bu kişilerin riskli eğilimleri ortadan kalkıyor ve hatta bu eğitimler sayesinde bu kişiler idealist hale geliyorlar.

Çeşitli ego idealleri, durumları güçlü bir alan oluşturuyor. Yani kaybettikleri zaman yaşama sebepleri ortadan kalkmış gibi hissedebilirler ama bütün popüler olanlar için bunu söylemek yanlış olur. Kişinin bunun bir hastalık olduğunu bilmesi ve önlem alması lazım. Aksi takdirde ruh sağlığı gittikçe bozulur, yalnızlaşırlar ve uzun vadede mutsuz olurlar. Mutlaka uzman yardımı alması gerekir."

Doğru şampuan nasıl seçilir?



Doğru şampuan nasıl seçilir?
Her insan saçlarının canlı ve parlak bir görünüme sahip olmasını ister fakat herkes saç bakımı konusunda yeterli bilgiye sahip değildir.
Mesela, seçtiğimiz şampuanın saçımızın ihtiyacını karşılayıp karşılamadığına kaçımız özen gösteriyoruz? Maalesef bu sayı çok değil. Peki, saç kremini kullanırken dikkat edilecek hususlardan ne kadar haberdarız? Tüm bu soruların yanıtlarını BIOBLAS Saç Bakım Danışmanı Eczacı Özden Kasımlıoğulları anlattı. İşte, saç bakımında dikkat edilmesi gereken hususlar ve merak edilen konular...

DOĞRU ŞAMPUAN NASIL SEÇİLİR?
Normal saçlar için şampuanlar, saçlı derinin nem ve yağ oranını dengede tutar. Sebum üretimi fazla olmayan saç tipleri için uygundur. Saçlarınızı yıkadıktan sonra 24 saat içinde yağlanma olmuyorsa normal saç tipine uygun şampuan kullanılmalıdır.
Yağlı saçlar için şampuanlar, saç derisindeki sebum oranı fazla olan kişiler için uygundur. Her gün ya da gün aşırı kullanılması halinde saçtaki yağ oranını dengeler. Saçtaki sebum dengesini sağlayan bu şampuanlar aynı zamanda statik elektriği de azaltır.
Kuru, yıpranmış, boyalı saçlar için şampuanlar, kalıcı saç boyaları, renk açıcılar, perma solüsyonları, kimyasallar, aşırı fön gibi işlemlerle fiziksel olarak zarar görmüş saçlar için uygundur. Yenileme ve bakım özelliği açısından geliştirilmiş formülleriyle saçın kaybettiği nem dengesini yeniden sağlarlar.

Zayıf ve yıpranmış saçlar için şampuanlar, çeşitli nedenlerle sağlığını koruyamayan ya da kaybetmiş yoğun bakım isteyen saç tipleri için uygundur. Kremli formülleri sayesinde saçların kolay açılmasını sağlarken onarıcı ve canlandırıcı özellikleri ile saça yoğun besleyici bakım sağlarlar.

Kepek şampuanları, kepeğe karşı etkinliği kanıtlanmış aktif maddeler içerirler. Her gün düzenli olarak kullanıldığında gözle görülür kepek oluşumunu engeller.

YAĞLI SAÇLARA KREMSİZ ŞAMPUAN
Kremli şampuanlar, yağlı saçlar dışında her saç tipinin çeşitli ihtiyaçlarına göre formüle edilen ve bakım özelliği ön plana çıkarılan ürünlerdir. Yağlı saçlara sahip olan kişilerin kremli şampuan kullanması saçlarının daha çabuk yağlanmasına neden olur.

HAFTADA BİR MASKE
Saç maskeleri, onarıcı proteinler, saçın kolay taranmasını sağlayan, parlaklığını artıran ya da nemlendiren etken maddeleri içerirler. Banyo sırasında saçta 2-3 dakika bekletilerek uygulanırlar. Haftada bir uygulanması yeterli olacaktır.

SAÇ KREMİ SAÇ UÇLARINA MI DİPLERİNE Mİ UYGULANMALI?
Şampuan kullanımının devamında en çok ihtiyaç duyduğumuz ürünler saç bakım kremleri, maskeler, sıvı saç kremi ve saç şekillendiricileridir. Genel olarak, bu ürünlerin pH değeri saç derisine uyumlu değildir. Bu sebeple sadece saç uçlarına uygulanabilen ürünlerdir. Saç diplerine uygulanması tavsiye edilmez. pH değeri ve yüzde 100 bitkisel içeriği nedeniyle saç dökülmesine karşı etkili bakım kremlerini özellikle saç diplerine uygulamak, saçları kökten uca besleyerek ihtiyacı olan bakımı sağlayacaktır. Bu tip kremler, saçlara eski gücünü geri kazandırır ve saçları yumuşatarak daha kolay taranmasını sağlar.

Bayramda nasıl beslenmeli?



Bayramda nasıl beslenmeli?

Bayramda insanların beslenme düzeninin bir anda değişmesi sağlık açısından kötü sonuçlar doğurabiliyor. Vücuda aşırı miktarda şeker girmesi veya besinlerin bolca yenmesi sağlıklı beslenme açısından insanları olumsuz yönde etkileyebiliyor.
Bayramda beslenme düzeninin değişmesi sağlık açısından riskli durumlara yol açabiliyor. Dr. Back-Up danışmanlarından Dr. Ayhan Tokgöz, oruç sonrasında sağlığını ve kilosunu korumak isteyenler için Ramazan Bayramı’nda beslenme önerilerini paylaşıyor.

Back-Up’ın koruyucu aile hekimliğini temel alan hizmeti Dr. Back-Up, üyelerine sağlık konusunda her türlü bilgilendirme, takip ve organizasyonel hizmet sunmaya devam ediyor. Dr. Back-Up Medikal Danışmanı Uzman Dr. Ayhan Tokgöz, sağlıklı ve keyifli bir bayram geçirmek isteyenler için beslenme önerilerini aktarıyor.

“Sağlıklı bir hayatın olmazsa olmazlarından biri de düzenli ve dengeli beslenmedir. Ramazan ayı boyunca oruç tutarak beslenme düzenini değiştiren ve günlük öğün sayısını düşüren bireyler, bayramın gelmesi ve normal beslenme düzenlerine kavuşmalarıyla birlikte bir anda eskisinden de fazla yemek yeme eğiliminde bulunuyorlar. Dahası ramazan ayındaki beslenme düzeninin sonucunda metabolizma hızının yavaşlaması ve hemen ardından gelen Ramazan Bayramı’nda yağ oranı fazla, yüksek kalorili yiyeceklerle beslenilmesi mide ve bağırsak hastalıklarının önünü açıyor” diye bilgi veren Dr. Tokgöz, Ramazan Bayramı’nın tadını kaçırmamak için uygulanması gereken beslenme kurallarını sıralıyor:

• Güne hafif bir kahvaltı ile başlamak en doğrusu olacaktır. Peynir, zeytin, domates, kepek ekmeği gibi mideyi zorlamayacak besinler aşırıya kaçmamak şartıyla yenebilir.
• Yemekler 3 ana öğün, 2 ara öğün olmak üzere yenmeli. Ana öğünlerde et, süt, sebze ve tahıl grubu ürünlerinden yeterli miktarda aşırıya kaçmadan tüketilmeli; ara öğünlerde ise meyve, kepekli bisküvi gibi alternatifler tüketilmeli.
• Besinler iyi çiğnenmeli, az ve sık yemek yenmeli.
• Kızartma gibi yüksek kalorili besinler yerine haşlama, buğulama besinler tercih edilmeli.
• Hamur işleri ve tatlı tüketiminde dikkatli olunmalı. Özellikle hamur işlerinden uzak durulmalı, tatlı olarak da sütlü tatlılar az miktarda tercih edilmeli.
• Vücut dengesini sağlamak adına bol miktarda sıvı tüketilmeli. Günlük ortalama 2 litre civarında su içilmeli; bunun yanında ayran, meyve suyu gibi ürünler yemeklerin yanında tercih edilmeli. Çay, kahve ve asitli içecekler yerine ise yeşil çay, ada çayı gibi bitkisel ürünler tüketilmeli.
• Oruç etkisiyle yavaşlayan metabolizma kilo almaya neden olacaktır, bu yüzden beslenmenin yanında fiziksel aktivite de büyük önem taşıyor. Metabolizmayı hızlandırmak için spor yapmak, merdiven kullanmak, bisiklete binmek, en azından yemeklerden sonra yürüyüş yapmak faydalı olacaktır.

Yaşlanmaya ve kansere karşı: Menengiç kahvesi



Yaşlanmaya ve kansere karşı: Menengiç kahvesi

Menengiç kahvesi olarak adlandırılan kahve Türk kahvesine nazaran daha hafif olmasının yanı sıra, antioksidan ve fenolik bileşenleri sayesinde vücudu kansere ve yaşlanmaya karşı koruyucu etkiye sahip olduğu bildirildi.

Harran Üniversitesi (HRÜ) Ziraat Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim Hayoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Türkiye’nin batı, güney ve güneydoğu kesimlerinde daha çok dağlık ve kırsal alanlarda doğal olarak yetişen menengiç (Çitlenbik) meyvesinin, yabani fıstık olarak da adlandırıldığını söyledi.

Hasadın ardından yıkanıp, güneşte kurumaya bırakılan meyvelerin, koyu kahverengiye dönene kadar kavrulup, macun kıvamına gelince ezilmesiyle elde edilen menengiç kahvesinin sütlü olarak da hazırlanabildiğini anlatan Hayoğlu, şunları kaydetti:

"Menengiç meyvesinin bileşiminde E ve B grubu vitaminler ile sodyum, potasyum, fosfor, kalsiyum, demir, magnezyum, çinko, bakır, mangan, selenyum, kadminyum gibi önemli mineral ve elementler bulunuyor. Aynı zamanda protein, yağ, besinsel lif, doymamış yağ asitleri ve mineral maddeler açısından da son derece faydalı bir bitkidir."

Çerez ve şekerleme endüstrisinde de kullanılan menengiçin halk arasında egzema, astım, ishal, sarılık, mide ağrısı gibi sağlık sorunlarının tedavisinde de kullanıldığını kaydeden Prof. Dr. Hayoğlu, "Ayrıca bu bitki sabun sanayinde özellikle de bıttım sabunu yapımında kullanılmaktadır. Günümüzde en yaygın şekliyle kahve olarak karşımıza çıkmaktadır. Doğal ve çok sağlıklı bir ürün olan menengiç kahvesi; vücudu yaşlanmaya karşı koruyan antioksidan ve fenolik bileşenleri sayesinde kansere ve yaşlanmaya karşı koruyucu etkiye sahiptir" diye konuştu.

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Erkeklerin korkulu rüyası; saç dökülmesi



Erkeklerin korkulu rüyası; saç dökülmesi

Erkeklerin birçoğu sağlığına dikkat edip yıllara meydan okumasına rağmen saç dökülmelerine karşı bir şey yapamamakta.
Artık erkeklerde en az kadınlar kadar dış görünümlerine önem veriyorlar.Etkileyici bir görüntü günümüzde erkekler için de önemli.Akıp giden yıllara teslim olmak istemeyen erkeklerin en büyük kabusu ise ; Saç Dökülmesi…Estetik, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzmanı Op.Dr.İlhan Serdaroğlu,saç dökülmesi ve çözümleri hakkında önemli noktaların da altını çiziyor.

Pek çok erkek hayatının belirli dönemlerinde saç dökülmesi problemi ile karşılaşır ve bu durum yaş ilerledikçe artar. Yirmili yaşların sonlarında yaklaşık %12 erkek saç dökülmesi sorunu ile yüzleşir. Ellili yaşlarda ise erkeklerin genetik dökülme ve kellikle farklı derecelerde karşılaşma oranı % 50 gibidir. Saç dökülmesinin psikolojik etkisi erkekler üzerinde farklıdır.Kimi kişiler saç dökülmesini önemsemezken bazılarında saçlarda oluşan en ufak incelme ve bir tutam saç kaybı bile iş yaşamında ve sosyal hayatta bu kişileri zora sokar ve hayatı çekilmez hale getirebilir.Erkekte görülen saç dökülmesi sebeplerinin %90 kadarını genetik tipte dökülmeler oluşturmaktadır. Yani baba ya da anne tarafında bir yakın akrabasında dökülme problemi olan kişide saç kaybı yaşanma olasılığı oldukça fazladır. Gen geçişlerinin daha çok anne tarafında geldiği bilinse de bazı kişilerde sadece babada saç dökülmesi görüldüğü halde kendisinde de bu sorun ortaya çıkabilmektedir. Bunu yanı sıra yaşlanmaya , geçirilen kafa derisi operasyonlarına veya tiroid hastalıkları gibi bazı kronik hastalıklara bağlı olarak da saç kaybı yaşanabilir.

Saç dökülme tipleri, genel olarak dökülmüş alan ya da açık alan miktarı ile sınıflandırılır: Saçlarda, yan kısımlarda (şakak bölgesinde) yavaş yavaş başlayan açılmaya, tepe bölgesindeki incelme ve daha sonra da dökülme eşlik ederek sonuçta tüm tepe ,üst ve ön bölgeleri kapsayan bir açılma süreci şematize edilmiştir.Bu dökülme şekli de 7 gruba ayrılır.

Saç ekimi öncesinde, tüm operasyonlarda olduğu gibi kanın pıhtılaşmasını etkileyecek ilaçların ve bitki destek ürünlerinin (aspirin, vitamin E , ginko biloba, ginseng, bazı bitki ekstreleri ve çayları gibi) yaklaşık 15 gün önce bırakılması önerilir.

17-18’ li yaşlarda saç dökülmesinin başladığını düşünürsek bu genç yaşta sosyal hayatını etkileyecek denli sıkıntı yaratan bu sorundan kurtulmak isteyen gençler bize ilk baş vuran kişilerdir. 60’ lı yaşlarında hala saçlarını özleyen ve ikinci baharlarına yelken açmak isteyen bir populasyon da var ki biz bu kişileri gerçekten 20-25 yaş gençleştirebiliyoruz. Saç ekimi yapılamayacak kişiler, ancak çok yaşlı ve genel sağlık durumu çok bozuk olan , kan pıhtılaşma hastalığı , kronik hastalık ya da kanser hastalığına yakalanmış kişilerdir.

Saç ekiminde son yıllarda alternatifsiz kullandığımız ve altın standart haline gelmiş olan FUE (=follicular unite extraction) yönteminde, cerrahi bistüri ile saçlı derinin kesilmesi ve dikişle bu alanın kapatılması söz konusu değildir. Burada 0.5-0.8 milimetrelik çok ince “punch”lar kullanılarak (borucuk şeklinde bir ucu keskin aletler) lokal anestezi altında (hasta uyutulmadan) kıl foliküler üniteleri tek tek çıkarılmaktadır. FUE operasyonları ile alınabilecek saç folikül sayısı tecrübeli ellerde iki katına çıkmıştır. Ayrıca greftler alınırken çok ince uçlar kullanıldığından daha ince ve tekli greftler elde edilmekte ve ekim sonuçları daha sık ve doğal durmaktadır. Ancak FUE tekniğinde saç foliküllerinin alınabilmesi için tüm verici sahanın kısa şekilde tıraş edilmesi gereklidir.

Saç ekimi seansları bir günlük sürede ve yaklaşık olarak 7-8 saat içinde gerçekleştirilir. Saç kaybı eğer çok geniş bir alanda oluştuysa tek seansla her yer kapatılamayabilir ve açık alanlar kalabilir. Bu durumda ilk seanstan en az 6 ay sonra ikinci bir seans uygulanarak sıklaştırma yapılabilir yada ilk seansta ekim yapılamayan açık alanları kapama için saç ekimi işlemi tekrarlanabilir.

FUE tekniğinde deride oluşturulan çok minik delikler birkaç gün içinde kendiliğinden kapanır ve kesinlikle belli olmaz. Operasyon sonrası ikinci gün yapılan yıkama seansları 15 gün boyunca günde 1 kez uygulandığında tüm kabuklanma yok olacak ve kişi rahatlıkla hiçbir iz olmadan günlük yaşamına başlayabilecektir. FUE tekniğinden sonra ağrı, acı, kafa derisinde şişme ya da morarma kesinlikle oluşmaz. Çok konforlu ve rahat bir operasyondur.

Daha önce FUT ( follicular unit transfer denilen ve cerrahi bir işlemle enseden deri parçası çıkarılarak yapılan, dikişli saç ekim tekniğidir) operasyonu geçirmiş ve buna bağlı olarak ensede izi olan hastalarda bu durum rahatsızlık yaratır. Özellikle tecrübeli olmayan ellerde kapatılması imkansız olabilecek yaralar oluşabilir ve bu durum bir estetik cerrahi hastası için felakettir. İzin kalın olması da kişinin saçlarını kısa kestirmesine engel teşkil eder .Bu durumlarda estetik cerrahinin uyguladığı iki yöntem vardır. Bunlardan ilki skar(iz) revizyonudur. Bu teknikte iz kesilerek çıkarılır ve gergin olmayacak şekilde özel bir teknikle dikilerek kapatılır. Sonuçta çok daha kabul edilebilir bir iz oluşacaktır. İkinci yöntemde ise FUE yöntemi ile alınan saç folikülleri, izin içine ekilerek izin kamuflajı sağlanabilir.

Hastalarımızın bir kısmı da bize daha önce yapılan saç ekimlerinin felaket sonuçları olduğu ve görünümden çok rahatsız oldukları için başvururlar. Genelde rahatsızlık duyulan bu durum saçların öbekler halinde ve aralıklı olarak (diş fırçası görünümü ) çıkışı ve bunun çok belli olmasıdır. Bu durumda biz iki türlü teknik uygulayabiliyoruz. İlk olarak eğer greftler çok büyükse ve saçlar sık bir şekilde 3-4 milimetrelik öbekler halinde çıkıyorsa o zaman bu bölgeye çok ince fue uçları ile (0.5 mm) giriyoruz ve saç köklerini daha küçük parçalar halinde çıkarıyoruz. Böylece sanki normal saçlı alandan fue yöntemi ile greft çıkarır gibi ince ve daha doğal saç folikülleri elde ediyoruz. Bunları daha sonra ekim alanına tekrar implante ederek daha doğal bir görünüm sağlıyoruz. İkinci teknikte ise bu fırçamsı görünümü yaratan saç öbeklerinin etrafına çok sık şekilde ve fue tekniği ile alınmış tekli greftleri ekerek görünümü kamufle ediyoruz. Yani kalın öbeklerin etrafını ince ve doğal saçlarla örüyoruz ve onları adeta saklıyoruz . Bu yöntemle de oldukça tatminkar sonuçlar alabiliyoruz .

Her kişi kendine has ve özeldir. Saç dökülme şekli de öyle. Hastalarımızın cinsiyet, yaş, saç kaybı şekli ve saç teli kalitesi göz önünde bulundurularak her hastamız için ona özel bir planlama yapıyoruz. Her hasta için aynı tedavi şeklini uygulamak imkansız. Ülkemizde saç ekimin konusunda yetkili olan cerrahlar , ” Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi “ uzmanlarıdır. Saç ekimi görüşmelerinde mutlaka cerrahınızdan bilgi alın ve diplomasını görün. Saç ekimi topluma “basit bir işlem” gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Aslında saç ekimi tecrübeli bir ekip çalışmasını gerektiren ve geri dönüşü olmayan , önemli bir estetik ameliyattır. İş ciddiye alınmalı ve çevredeki saç ekimi yaptıran kişiler, doktorlar ve sağlık personelleri ile görüşülerek gerekirse referans sorulmalıdır. FUE tekniğinde önemli olan çok deneyimli bir ekiple birlikte çalışarak maksimum greft sayısına ulaşmak ve doğal sonuçlar elde etmektir. Aynı deneyimli ekiple tüm vakalara birlikte girilmesi, her vakada iyi sonuçlar alınması ve sürprizlerin yaşanmaması için önemlidir . İyi bir saç ekimi için doğal görünümlü , yoğun çalışılmış (santimetrekare başına 30-50 greft yani 60-120 saç teli gibi) saç yönleri doğal çıkışına uygun ekim yapılması gereklidir.

Anne sütü, bebek sağlığında mucizelere imza atıyor



Anne sütü, bebek sağlığında mucizelere imza atıyor

Anne sütü, bağışıklık sisteminin kuvvetlendirilmesinde, enfeksiyondan korunmada, kulak ve soğuk algınlığı gibi bebeklerde çok sık rastlanılan hastalıkların görülme sıklığının azaltılmasında, beş yaş altı ölümlerin azaltılmasında en etkili gösteriliyor.

Sağlıklı bir gelecek için her bebeğin mutlaka ilk altı ay sadece anne sütü ile beslenilmesi gerektiğine dikkati çeken uzmanlar, anne sütünün bebeğin ihtiyaçlarına göre doğal olarak kendini yenilediğini ifade ediyor.

Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Gülcan Çelik, 1-7 Ağustos "Dünya Anne sütü ile Beslenme Haftası" dolayısıyla, anne sütünün yenidoğanda büyüme ve gelişme için gerekli olan tüm sıvı, enerji ve besin ögelerini içeren, biyoyararlılığı yüksek, sindirimi kolay doğal bir besin olduğunu söyledi.

Anne sütü ve emzirmenin hem bebek hem de anne için, başta beslenme olmak üzere, sağlık, bağışıklık, gelişimsel, psikolojik, sosyal ve ekonomik yönden çok sayıda yararları bulunduğunu ifade eden Çelik, her canlının sütünün kendisine ve bebeğine özel olmasının anne sütünü yavrusu için benzersiz bir besin maddesi yapan bir özellik olduğunu anlattı. Çelik, erken doğmuş bebek için en ideal besinin yine kendi annesinin sütü olduğunu vurgulayarak, "Çünkü, bebeğin o anda ihtiyaç duyduğu tüm maddeler yalnızca kendi annesinin sütünde bulunmaktadır. Buna ek olarak formüle mamalardan (kutu veya şişe mamalar) farklı olarak, anne sütünün içeriği, bebeğin sürekli değişen ihtiyaçlarını karşılamak için sürekli değişir ve yenilenir. Örneğin, anne sütünün sabah saatlerindeki bileşimi akşamüzeri bileşiminden, bebeğin birinci ayındaki bileşimi yedinci ayınkinden farklıdır" diye konuştu.

Anne sütünün, bebeğin ilk altı ay ihtiyacı olan protein, yağ, demir, vitamin gibi her türlü besin değerine içeren ideal besin kaynağı olduğuna dikkati çeken Çelik içindeki koruyucu maddeler nedeniyle bebeği enfeksiyonlardan koruduğunu belirtti.

Çelik anne sütünün hazmı kolaylaştırdığını, kaynatılmasının gerekmediğini ifade ederek, şöyle devam etti:"Daima taze, temiz ve bebeğe vermek üzere hazırdır.

Doğumdan sonra ilk 5 günde salgılanan süte kolostrum denir. Kolostrumda, olgun (mature) süte oranla daha fazla bulunan antienfektif öğeler, A vitamini, sodyum ve çinko bebeği ilk birkaç gün içerisinde enfeksiyonlardan korumaktadır. Kolostrum, bebeğin gastrointestinal sistemini immünoglobülinler ile mukozal bir tabaka oluşturarak kaplar ve böylece yenidoğan bebeği dış ortamdan gelecek patojen mikroorganizmalara karşı korur. Kolostrum 5-10 günler arasında geçiş sütü şeklini alarak, 3. haftadan sonra olgun (mature) süt özelliğini taşır.

Anne sütü bebeğin hassas ve halen gelişmekte olan sindirim sistemi için hazırlanmıştır. Anne sütündeki protein (çoğunlukla lactalbumin) ve yağ, inek sütündeki protein (çoğunlukla kazeinojen) ve yağa göre daha rahat sindirilebilir. Genel olarak anne sütü ile beslenen bebeklerde ishal veya kabızlık gibi problemler hemen hiç görülmez."

Çelik anne sütünün tuz ve protein içeriğinin inek sütüne göre daha az olduğu için, yenidoğanın gelişmekte olan böbreğine daha az yük bindirdiğini söyledi.

Anne sütünün, bebeği çeşitli hastalıklardan koruyan bağışıklık maddelerini (antikorlar) bebeğe vererek, bağışıklık sistemini güçlendirdiğini dile getiren Çelik "Anne sütü ile beslenen bebeklerde kulak iltihabı, soğuk algınlığı gibi hastalıklar daha az görüldüğü gibi, hastaneye yatmayı gerektirecek mikrobik hastalıklar da bu bebeklerde daha az görülür" dedi.

Çelik anne sütünün bebeği obeziteden koruduğuna ilişkin bilimsel araştırma verilerinin de bulunduğunu ifade ederek, anne sütünün bebeğe psikolojik rahatlama ve destek de sağladığını belirtti. Anne sütü alan bebekle anne arasındaki ilişkinin, anne sütü ile beslenmeyen bebeklere oranla daha kuvvetli olduğunu da dikkati çeken Çelik "Anne sütü verilmesi sırasında anne ile bebek arasında çok özel bir bağ kurulur. Bu bebeğin psikolojik gelişimine de olumlu katkıda bulunur" diye konuştu.

Çelik anne sütünün her zaman temiz ve ideal sıcaklıkta olduğunu ifade ederek, anne sütünün formüle mamalar ile karşılaştırıldığında çok ekonomik oluğunun da unutulmaması gerektiğini söyledi.

-"ANNE SÜTÜ, BEŞ YAŞ ALTI ÖLÜMLERİN AZALTILMASINDA EN ETKİLİ YÖNTEM"-
Ankara Tabip Odası’ndan edinilen bilgiye göre de ilk 6 ayda bebeklerin tümüyle anne sütü ile beslenmesi, beş yaş altı ölümlerim azaltılması için en etkili yöntem olarak gösteriliyor.

İlk altı ay sonrası ek gıdalarla beslenmenin yapılması ve her iki dönemde yeterli-dengeli beslenme sağlanmasıyla beş yaş altındaki her 5 bebeğin birinin yaşamını kurtarmanın mümkün olduğu ifade ediliyor.

İlk 6 ay yalnızca anne sütü ile besleme sıklığının dünyada yüzde 40’ın altında olduğu belirtiliyor. 2008 Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması sonuçları da her 10 bebeğin yaklaşık 4’ünün sadece anne sütü ile beslendiğini ortaya koyuyor

"En az 3 yıl çocuk yapmayın"!



En az 3 yıl çocuk yapmayın!


CİSED: “Tam olarak kadın olmadan anne olmamak için en az 3 yıl çocuk yapmayın…”


Uzun süredir evli olan ve çocuk sahibi olmalarına rağmen cinsel yaşamlarda hiç doyuma ulaşamayan kadınların son zamanlarda artması üzerine Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED), “Kadın olmadan anne olmak zorunda kalan kadınlar” konulu bir basın açıklaması yaptı. Toplumsal çalışmaları ve basın açıklamalarıyla ülkemizde gündem yaratabilen CİSED'in basın açıklamasından işte çok çarpıcı başlıklar:

Kadın doğulmaz kadın olunur
Kadınların çoğu için cinselliğin evlilikle birlikte başladığını ve bu nedenle de çoğu zaman sağlıklı olarak yaşanamadığını belirten CİSED Genel Başkanı Dr. Cem Keçe; “Toplumumuzda, evlenecek kadının toplum içindeki değeri cinsel deneyimsizliğiyle belirlenmekte ve “bakirelik” kutsanmaktadır. Kız çocukları yetiştirilirken, cinselliğin erkeklere özgü olduğu, sadece erkeğin zevk aldığı, kadın için çoğu zaman mide bulandırıcı, acı veren, ama evliliğin devam etmesi ve anne olmak için yerine getirilmesi gereken bir kadınlık görevi olduğu öğretilmektedir. Aile ve toplum baskısı, cinsellikle ilgili yanlış inanışlar, cinsel eğitim yetersizliği, cinselliğin ayıp, günah veya yasak olarak kabul edilmesi nedeniyle, kadınlarımız cinsellik hakkında yeterince bilgi sahibi olamamakta, bilgi sahibi olmak bir yana cinselliği kelime hazinelerine dahi ekleyememektedirler. Evleninceye kadar cinselliği hiç bilmeyen veya çoğu zaman yaşamayan kızlarımız, evlilikle birlikte cinsel hayata başlamaktadırlar. Ancak hayatı boyunca cinsel fantezi kurmamış, birini arzuladığında kendinden utanmış, suç işlediğini ya da günaha girdiğini düşünmüş, kızlık zarını korunması gereken en önemli yapı olarak görmüş, hiç mastürbasyon yapmamış, kendi bedenine yabancılaşmış, cinselliği eşine karşı yerine getirilmesi gereken bir görev ya da onu sevdiğini gösterebilmesinin bir yolu olarak algılayan bir kadın için cinsellik; haz alınacak güzel bir yaşantı olmaktan çok istenmeyen bir durum haline dönüşebilmektedir. Çoğu zaman yatakta aktif olan erkektir, ilişkinin uzunluğunu, kısalığını, tarzını erkek belirler, o isterse sevişilir istemezse sevişilmez, kadın da erkeğin isteklerine uyum gösterebilmeyi mutlu bir cinsellik göstergesi olarak algılamaya başlayabilir. Bu da bir kadın olarak cinselliği bir hak olarak görme sürecini sekteye uğratır ve “kadın doğulmaz kadın olunur” sözünün içini boşaltır. Cinselliği hak ettiğine inanan ve rahat bir şekilde yaşayan bir kadın olmadan anne olmak yani erkenden çocuk sahibi olmak kadınlarımızın bir açmazıdır. Bir kadın gerçekten kendi bedenini ve eşinin bedenini tanıyıp, keşfedip, rahat ve gevşemiş bir halde, cinsel haz alıp haz verebilecek bir seviyeye gelmek için en az 3 yıla ihtiyaç duyar. Çünkü seks yapmak öğrenilebilen ve geliştirilebilen bir davranıştır. 3 yıldan önce erken bir hamilelik yaşayan her kadın daha tam anlamıyla kadın olmadan anne olmak zorunda kalmaktadır, bu da mutsuz ve tatmin olamayan kadın sayısının hızla artmasına yol açmakta, mutsuz aileler kurulmasına neden olmaktadır. Ayrıca evliliklerde ilk 3 yıl çok önemlidir, bu süre çiftin cinsellik dışında diğer konularda da bir uyuma gelebilmesi için genellikle yeterli olmaktadır.Bu nedenle yeni evlenen çiftlere“tam olarak kadın olmadan anne olmamak için en az 3 yıl çocuk yapmayın” önerisinde bulunuyoruz.” dedi.

Cinsel eğitim şart
Cinselliğin erkeğin olduğu kadar kadının da hakkı olduğunu vurgulayan CİSED Genel Sekreteri Psikolog Serap Güngör; “Kadının biyolojik olarak cinsel haz alma, boşalma veya orgazm olma kapasitesi erkeğe göre fazladır. Ancak bu kapasitenin kullanabilmesi için kadının öncelikle onun farkında olması gereklidir. Kadınlara yaşamlarının ilk yıllarından itibaren cinsel sağlık bilgisinin verilmesi, cinselliği yaşamanın bir günah, konuşmanın ise ayıp olmadığının öğretilmesi gelecekte ortaya çıkabilecek sorunları en baştan ortadan kaldıracaktır. Yani cinsel eğitim şarttır. Çünkü cinselliğin tam olarak gelişimi temas, mahremiyet, duygusal ifade, zevk, şefkat gibi temel ihtiyaçların doyumuna bağlıdır. Cinsel isteğin nerede ne zaman kimle yaşayıp yaşanamayacağı, içinde doğulan aile, toplum, ahlaki değerler ve sosyal yapılar tarafından belirlenir. Cinsel arzularını bastırmayan, gerektiğinde erteleyebilen ve istediğinde doyuran bir kadın, cinselliği haz alınan bir etkinlik olarak algılayacaktır. Bir kadın cinselliği, aşkı yaşamanın veya sevgiyi paylaşmanın bir parçası olarak görürse cinsel doyum yaşama ve haz alma kapasitesini arttıracaktır. Bütün bunların sonucunda, cinsellikle ilgili yanlış inanışlardan uzak, cinsellikten korkmayan, cinsel arzularını, düşüncelerini eşiyle paylaşan daha sağlıklı ve daha mutlu kadınlar ortaya çıkacaktır.” dedi.

"Gülüş Tasarımı"



Gülüş Tasarımı

Anadolu Sağlık Merkezi’nde yeni bir estetik diş hekimliği çalışması olan “gülüş tasarımı”na özellikle erkek hastalardan büyük ilgi…
Yakın zamana kadar kişiler dişlerindeki çürük, ağrı veya travmaya bağlı kırık gibi problemler nedeniyle diş hekimine başvururken; artık günümüzde kişiler daha güzel görünmek ve daha etkili gülebilmek için de diş hekimine başvuruyor.
Peki insanların nasıl bir gülüşe veya estetik tasarıma ihtiyacı olduğu nasıl belirleniyor? Bu işlem için hangi yaş grubu diş hekimlerine daha sıklıkla başvuruyor? Anadolu Sağlık Merkezinden Diş Hekimi Alper Çıldır, bu sorulara yanıt verdi.

Dişler yüzünden özgürce gülümseyememek tarihe karışıyor! Artık gülüşünüzü tasarlatarak daha güzel gülüşlere ulaşmanız mümkün. Güzel bir gülüş için öncelikle yüz biçiminizle, dudak yapınızla uyumlu dişlere sahip olmanız gerekiyor. Gülüş tasarımı da işte bu noktada devreye giriyor.

Daha çok hangi yaş aralığında başvuru yapılıyor?

Gülüş tasarımı için başvuran hasta yaşı 18 yaş civarında başlayıp, yaşama sevincini yitirene kadar devam ediyor. Gülüş tasarımı yapılabilmesi için diş ve dişetlerinin büyüme ve gelişme süreçlerini bitirmiş olması gerekiyor. Bu da yaklaşık olarak kızlarda 16-17, erkeklerde ise 17-18 yaşa denk geliyor. Türkiye’de genellikle 30-40 yaş grubu kadınlar ve 45-60 yaş grubu erkekler estetik problemler için başvuruyor.

Gülüş tasarımı işlemi nasıl yapılmalıdır?

Dişlere uygulanan standart diş hekimliği uygulamaları kişiye özgü bir tasarımdan çok uzak olur ve kişinin dişlerinin son derece yapay görünmesine ve en önemlisi kişinin kendi karakterini ve doğallığını yansıtamamasına neden olacaktır. Bu nedenle dişlerinde problem olsun ya da olmasın yeni bir gülüşe sahip olmak isteyen kişilere özgü bir tasarım planlanmalıdır.

Yapılan ve yapılması planlanan tüm çalışmalar kayıt altına alınmalıdır. Fotoğraf, video ve alınan ölçü modelleri kaydedilir ve bu kayıtlar üzerinden yorumlar yapılıp ihtiyaçlar belirlenir. Bazen kişilerin eski hallerini daha iyi görebilmek amacıyla kişinin daha önceki yıllara ait resimleri kullanılabilir. Bu resimler günümüz teknolojisi ile kişinin şu andaki yüzüne digital olarak uygulanıp sonuç değerlendirilir ve yapılacak olan değişiklikler kişinin beklentilerini de göz önünde bulundurarak yine öncelikle digital ortamda hazırlanıp sunulur.

Erkeklerin en çok şikâyet ettiği durumlar nelerdir?

• Dişlerinin formu,
• Dişlerindeki asimetrisi,
• Dişlerinin şekli ile yüz arasındaki uyumsuzluk,
• Çapraşık dişlerin görüntüsü.

Diş beyazlatma konusunda nelere dikkat edilmelidir?

Diş beyazlatma işleminde en önemli konu mevcut diş renginin karakteri ve türünü iyi saptamak ve rengin ne kadar açılabileceğini tespit etmektir. Uygun bir beyazlatma materyali ve doğru bir uygulama yöntemi ile istenilen sonuca kolaylıkla ulaşılabilinir. Ancak beyazlatmanın kalıcılığı en çok hastanın kendisine bağlıdır. Bu nedenle beyazlatma işlemi sonrasında hasta eğitimi büyük önem taşır.

Dişlerdeki form bozukluğunun giderilmesinde nasıl bir yöntem uygulanmalıdır?

Dişlerdeki form bozukluğunun giderilmesi işleminde ise yüz analizinin çok iyi yapılması gerekir. Kişinin yüz formunun iyi belirlenmesi ve buna göre kişinin karakter analizi ile mesleki konumunun birlikte değerlendirilmesi çok önemlidir.

Gülüş tasarımı yapılarak, yapılacak olan form, şekil ve renk değişiklikleri için kullanılacak olan materyal ve teknik seçeneklerine diş hekimi, hasta ve diş teknisyeni beraber karar vermelidir.

Estetik Diş hekimliğinde gülüş tasarımı yapılırken kullanılan tekniklerden en moderni ve dolayısıyla en iyi sonucun elde edildiği teknik porselen laminate (yaprak porselen) uygulamalarıdır. Bu teknik günümüzde çok daha geliştirilerek, üzerinde birçok yenilikler yapılmış ve bu sayede dişler üzerinde neredeyse hiçbir kesme ya da aşındırma işlemi yapılmadan uygulanabilmektedir.

Bazen dişin ön yüzeyini tamamen kapatan bazen de sadece dişin uzatılması gereken kısmına dolgu gibi yapıştırılarak küçük porselen parçacıklar şeklinde uygulanabilmektedir.

Yaprak porselenler 0,3 mm gibi çok çok ince yapılar olup, bu sayede kişinin son derece estetik ve doğal bir görünüme sahip olmasını sağlamaktadırlar. Bu işlemin en büyük avantajı doğal dişe en yakın sonuçların elde edilebiliyor olmasıdır. Bu uygulamaya yakın bir takım başka yöntemler de vardır. Örneğin zirconium kaplamalar gibi. Zirconium içerikli kaplamalar da doğal dişi en iyi taklit edebilen yapılardır. Bu nedenle günümüzde artık standart metal içerikli kaplamalardan uzaklaşılmaktadır.

Dahili Bilimler ve Tanı ve Görüntüleme olmak üzere tüm branşlarda sunduğu hizmetlerde hasta odaklı yaklaşımla hareket ediyor. Hizmetlerinde hasta hakları ve hasta güvenliğini temel önceliği olarak belirleyen Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi, kaliteli sağlık hizmeti ile dünyanın farklı bölgelerinden gelen hastalara tedavi olanağı sunuyor.

Afrika mangosu yerine yeşil çay




Son zamanlarda ABD'deki ünlü Türk Doktorumuz Mehmet Öz'ün zayıflama konusunda verdiği ipuçlarından biri de Afrika Mangosu oldu ve Türkiyede yeni bir tartışma ortamı çıktı.
Doğal farmasötikler konusunda uzman kimliği ile tanınan Mikro-Gen ARGE direktörü ve Modern Fitofarmakoterapi bilimsel danışmanı olan Dr. Özgür Göknel konuyla ilgili görüşlerini belirtiyor.

Afrika mangosu olarak bilinen bitkinin bazı metabolik parametrelerde etkili olduğuna ait birtakım klinik veriler olmakla birlikte, doğal ve zararsız kilo verdirici bir madde olarak tanımlanabilmesinin bugünkü bilimsel gerçeklere uymadığını, günümüzde tüm tıp otoritelerince sağlıklı kilo vermede etkili olduğu kabul edilen tek bitkinin yeşil çay olduğunu ifade eden Göknel yeşil çayın önemine değiniyor...

Özellikle ülkemizin tüm dünyadaki en büyük 5 çay üreticisinden biri olduğunu söyleyen Dr. Göknel, ülkemizin bu yetiştirilen yeşil çayla nedense hiç ilgilenmediğini, bunun da ülke ekonomisi açısından çok ciddi bir gelir kaynağından mahrum kalınması demek olduğunu belirtti.

Günde 80 kişi sigarayı bırakmak için başvuruyor!



Günde 80 kişi sigarayı bırakmak için başvuruyor
Ruh sağlığı ve sinir hastalıkları uzmanı doktorlar bulundukları hastahaneye günde yaklaşık 80 kişinin sigarayı bırakmak için müracaat ettiğini açıkladı.

Tam dumansız hava sahasına yüzde 95'leri geçen oranda destek veren Türkiye, şimdide 20 milyon tiryakiyi bağımlılıktan kurtarmak için çalışıyor.

Ülke genelindeki 232 sigara bırakma polikliniği aracılığıyla son 4 ayda 220 bin kutu sigara bırakma ilacı ücretsiz dağıtıldı. Sıkı kontroller sonucu ve hastanın durumuna göre verilen bu ilaçlar sayesinde ilk ayda sigara bırakma oranı yüzde 72’lere ulaştı.

Program kapsamında toplam 360 bin ilaç alan Sağlık Bakanlığı, 250 bin sigara bağımlısını bu yolla tedavi etmeyi hedefliyor. İlaç destekli tedavi beraberinde sigara bırakma polikliniklerine olan talebi de artırdı.

Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları E.A. Hastanesi’nin (BRSHH) Sigara Bırakma Polikliniği’ne günde 80 kişinin sigarayı bırakmak için başvurduğu açıklandı.

Merkeze yapılan başvuruların her geçen gün arttığını belirten yetkililer, 2010 yılında haftada 1 Perşembe günü AMATEM binasında hizmet vermeye başlayan polikliniğin

2011 Mayıs ayından itibaren hafta içi her gün hizmet vermeye başladığını dile getirdi.

Artan yoğunluk nedeniyle 2011 Temmuz ayında itibaren ÇEMATEM poliklinik binasında poliklinik oda sayısı 3'e çıkarıldı. Son 6 ayda sigarayı bırakmak için 1070 başvuru alındığı açıklandı.

19 Ağustos 2011 Cuma

Hangi masaj hangi soruna iyi geliyor?



Hangi masaj hangi soruna iyi geliyor?

Masaj, cildi güzelleştiriyor, gençleştiriyor, ışıltı katıyor. Ancak en önemlisi sağlığınıza sihirli bir dokunuş sunuyor.
Peki hangi masaj neye iyi geliyor, nasıl seçim yapmalısınız? İşte rehberiniz…

Kendimizi fiziksel ve ruhsal olarak iyi hissetmemizde masajın faydası çok. Araştırmalar da bunu kanıtlıyor. 40’dan fazla terapinin olduğu spa’larda 30 dakikadan 90 dakikaya kadar farklı masaj türü var. Sağlık sorunlarınızı kökten çözmüyor belki ama fiziksel ve duygusal olarak fark yarattığı da kesin. Bu eğlenceli terapi, gergin ve stresten sıkışmış bedenleri açıyor, uykuyu düzenliyor, vücut postürünü düzeltiyor, hazmı ve nefes alışını rahatlatıyor, cilde ışıltı katıyor, depresyon ve anksiyateye iyi geliyor. Haydi şimdi can alıcı soruyu soralım; hangi uygulamayı/masajı seçmeli? Masajdan olumlu bir sonuç alabilmek asıl noktalara ulaşmakla olur. Biz çoğunluğun yakındığı problemleri çözmeye yardımcı olacak en iyi masaj çeşitlerini veriyoruz.

PROBLEM: BEL TUTULMASI
ÇÖZÜM: HOLİSTİK, MASAJ DERİN DOKU MASAJI, ROLFING VE SHIATSU
Yanlış duruş bozukluğu ya da egzersiz yoksunu iseniz bu problemi yaşamanız doğal. İyi bir holistik ya da derin doku masajı bu soruna büyük fark yaratabilir. Eğer belinizi incittiyseniz öncelikle bir osteopat uzmanına görünmelisiniz. Rolfing, vücudu, kasları ve dokuları yönlendirerek bir uyuma sokmayı hedefliyor. Kaslar ve dokular masaj sonrası gerçek uzunluk ve esnekliğine kavuşuyor. Diğer bir seçeneğiniz de shiatsu olabilir. Parmaklar ve avuçiçi kullanılarak, meridyen olarak adlandırılan bölgede baskı uygulanarak vücudu çalıştırmayı amaçlıyor. Vücuda enerji yüklüyor. Spesifik parmak baskıları, belinizdeki baskıyı ve stresi azaltarak sinir sistemini sakinleştiriyor. Terapi üzerinizde özel giysilerle yapılıyor.

PROBLEM: BACAKDA ŞİŞME VE AĞRI
ÇÖZÜM: Sporcu masajı , holistik masaj ya da manuel limpatic drenaj
Sporcu masajı, en üst performansı sağlaması için özellikle koşucularda sakatlanmayı önlemek, kas gerilimini ve bacaklardaki şişliği azaltıp rahatlatmak amacıyla yapılan bir masaj. Ancak bu tip masaj, eğer jimnastik ya da jogging yapıyorsanız, performans sırasında yaşanabilecek incinmeleri önlemeye ve tedavi etmeye yardımcı olabilir. Alternatif olarak; bacaklarınızda çok ağrı, ağırlık, şişlik (genellikle hamilelikte görülür) ya da ödem problemi varsa, holistik masaj ya da manuel limpatik drenaj (MLD) çözümünüz olabilir. Limpatik sistem vücudun bağışıklık sisteminin bir parçası ve besinleri hücrelere taşıyor, kullanılmayanları elimine ediyor, onları atmaya yardımcı oluyor. MLD, sıvı sirkülasyonuna teşvik ediyor ve hücre yenilenmesini sağlıyor.

PROBLEM: BAŞ AĞRISI VE UYKU SORUNU
ÇÖZÜM: Yüz MASAJI VE YÜZ REFLEKSOLOJİSİ
Uyku problemleri çok karışıktır. Çoğunlukla anksiyete, sırt ve boyun problemleri, duygusal travma ve kronik ağrıdan kaynaklanır. Fakat bu sorunu yaşayanlar günlük rutinlerine masajı dahil ettikten sonra daha iyi hissettiklerini söylerler. Yüz refleksolojisi, başlangıç için en iyi seçimdir. Çünkü, uyku problemlerine ve baş ağrısına neden olan enerji bloklanmasını elimine eden, merkezi sinir sistemi vasıtasıyla spesifik organlara direkt uyarı gönderen 500’den fazla nörolojik yüz noktasını çalıştırıyor. Alternatif olarak basic yüz masajı yi sonuç veren bir diğer masaj türüdür. Yüzünüzde ve kafatasınızdan baskıyı uzaklaştırıp konsantre olmanızı kolaylaştırıyor. Terapistinizden size birkaç anahtar noktayı göstermesini isteyebilir, bu noktalara evde kendiniz de masaj uygulayabilirsiniz. Kasların uyarılması, kan sirkülasyonunu artırmaya yarıyor ve bu da beyne daha fazla oksijen gitmesi demektir. Ki bu da daha rahat bir uyku sağlıyor ve baş ağrısını geçiriyor. Ancak yüz masajında dikkat etmeniz gereken en önemli nokta, bunun vücut masajının bir parçası olmasıdır, güzellik bakımı değil. Yüz masajı; omuz, dekolte ve boynu da kapsıyor.

Masaj, gergin ve sresten sıkışmış bedenleri açıyor, uykuyu düzenliyor, vücut postürünü düzeltiyor, hazmı ve nefes alışı rahatlatıyor, cilde ışıltı katıyor, depresyon ve anksiyeteye iyi geliyor.

PROBLEM: STRES VE TRAVMA
ÇÖZÜM: KAFATASI VE SAKRUM TERAPİSİ YA DA HOLİSTİK MASAJ
Düzenli masaj (ideali ayda iki), 21. yüzyıl yaşamının zorlayıcı ve stres dolu yüküne karşı mükemmel bir ilaç. Holistik masaj, İsveç masaj teknikleriyle kombine edilmiş enerji çalışmaları ve derin doku masajı muhteşem. Eğer daha yumuşak bir masaj tercih ediyorsanız kafatası ve sakrumu içine alan bir terapi daha iyi bir seçenek olacaktır. Bu masaj, terapistin ellerini bedeninizin belli bölgelerinde, düzenli masaj hareketleriyle vurma ve yoğurma hareketini içeriyor. Çalışma temeli; tüm fiziksel sağlığımızı etkileyen fonksiyonların derinine inmektir. Hassas eller yardımıyla gönderilen uyarılar dokuları harekete geçiriyor. Eğer yoğun stres altındaysanız ya da travma geçiriyorsanız vücudunuz bloke olur, hatta ağrır. Terapist, masaj boyunca ellerinin sesine kulak veriyor, sıkışan enerjiyi serbest bırakmak için harekete geçiyor. Vücutta sıkışan enerji boşaldığında vücut da rahatlıyor. Böylelikle fiziksel ve duygusal dengeyi ayarlıyor.

Hepimiz masajdan hızlı geri dönüş almak isteriz ancak her şey gibi o da zaman alır. Masajı hayatınızın bir parçası yapın.

İYİ MASAJIN ALTIN KURALLARI
Buradakiler ana kurallardır. Masaj sonrası gelişimi takip edin ve nasıl bir geri dönüş aldığınıza dikkat edin. Maksimum sonuç almak için ayda iki kez gitmeye çalışın. Masajın efektif olması ve vücut mekanizmasını yeniden düzenine sokması zaman alır. Masajı hayatınıza düzenli olarak sokarsanız vücudunuz da size karşılık verecektir.

- Hiç masaj yaptırmadıysanız, arkadaşlarınızdan tavsiye alın. İlk izlenim önemlidir. Herhangi bir masaj merkezine telefon açtığınızda sorularınıza seri yanıtlar veren, iyi izlenim bırakan kişi sizi doğru yönlendirecektir. Eğer tatmin olmadıysanız muhtemelen masaj deneyiminden de efektif dönüş alamazsınız.

- İlk uygulamada kısa süren bir deneyim size hoşlanıp hoşlanmayacağınızı anlama şansı verir. Terapist size hem öncesinde hem de sonrasında su önerecektir. Bu mutlaka olması gereken bir şeydir. Masaj boyunca pek çok toksin atılır. Eğer sonrasında yeterli miktarda su almazsanız baş ağrısı baş gösterebilir.

- Genel sağlığınızla ilgili soruların olduğu bir form doldurmalısınız. Bu soruları ve formu es geçmeyin ve ciddiye alın. Her masaj herkese uymaz. Yapılmaması gereken durumlar olabilir.

- Eğer kendinizi rahat hissetmezseniz masajı sonlandırabilirsiniz. Terapistinize uygulama sırasında durmasını söyleyebilirsiniz. Bu tamamen size kalmış. Sessizliğe ve gerçekten rahatlamaya ihtiyacınız var. Öte yandan uygulama sırasında rahatsız olduğunuz herhangi bir şeyi terapistinize söylemeniz önemlidir çünkü onlar masaj sırasında vücut dilinizi okuyup ancak ona göre şifa sunabilirler. Sizin vereceğiniz ipuçları da bu nedenle büyük önem taşır.

Dövmeniz 20 yıl sonra nasıl görünecek?



Dövmeniz 20 yıl sonra nasıl görünecek?

İngiltere’de yapılan bir araştırmada, vücuda yapılan dövmelerin yıllar sonra nasıl görüneceğini önceden kestirmeyi sağlayan bir matematik formülü geliştirildi.
Londra Koleji Üniversitesi’nden akışkan mekaniği uzmanı Ian Eames’in geliştirdiği matematik formülü, dövme mürekkebi parçacıklarının zaman içinde hareketlerini önceden tahmin edebilme ve hangi tasarımların daha uzun süre dayanacağı fikrine sahip olma olanağı sağlıyor.

Mathematics Today dergisinde yayınlanan makalede, formül sayesinde bugün yaptırılan bir dövmenin 20 yıl sonra nasıl görüneceğini önceden doğru bir şekilde tahmin etme imkanı sağlandığı belirtiliyor. Araştırmasının, dövmelerin uzun vadede sağlık sorununa yol açıp açmayacağı ve seçtikleri tasarımın uzun yıllar sonra nasıl görüneceği konusunda bir fikir verdiğini belirten İngiliz bilim adamı, "Deri tipi, yaş, boyut, güneş ışınına maruz kalma ve kullanılan mürekkebin türü dövmenin zaman içinde nasıl kaybolacağını etkiliyor" dedi.

Dövmelerde ilk küçük ayrıntıların kaybolduğunu, kalın hatların daha dayanıklı olduğunu söyleyen Eames, "Bol ayrıntılı dövmeler ilk yapıldığında güzel görünebilir, ama 15 yıl sonra bu ayrıntıları ve belirginliklerini kaybederler" diye konuştu.

Cıva, kurşun, kadmiyum ve demir gibi ağır metallerden oluşan ve suda çözünmeyen dövme mürekkepleri, bir iğneyle deri altına enjekte ediliyor. Zamanla mürekkebin bulunduğu hücrelerin ölmesi, bölünmesi veya vücuttan gitmesi sonucu dövme yok oluyor.

Fazlalıklar içeri kıvrımlar dışarı



Fazlalıklar içeri kıvrımlar dışarı

Günlerce aç gezseniz de, spor yapacağım diye kan ter içinde kalsanız da bir türlü aynada gözünüze çarpan fazlalıklarınızdan kurtulamıyorsanız ‘bölgesel yağlanmışlar kulübü’ne hoşgeldiniz!
Şimdiden söyleyelim; bu kulüpten çıkmanın tek yolu yağları dışarı atmak için geliştirilen estetik yöntemlerden yardım almak!


Beklenen yaz sonunda geldi şimdi denize girme, kumsalda dolanma zamanı… Peki siz niye bu kadar üzgünsünüz yoksa fazlalıkları mı dert ediyorsunuz? O zaman dertli başınızı kaldırın ve estetik dünyasındaki son gelişmelerden biri ile tanışın. Liposuction dünyada en çok yapılan estetik cerrahi ameliyatı olarak kabul ediliyor ve ülkemizde de neredeyse birinci sırada geliyor. Bu durumun en önemli nedeni ise son 20-30 yılda obezite ve bölgesel yağlanma sorununun artması. Fakat liposuction bazı durumlarda en iyi yöntem olsa da uzun süren şişlik, morluk, acı ve ciltte oluşan çukurluklar nedeniyle hastaları korkutabiliyor. Bu dezavantajlardan yola çıkılarak geliştirilen yöntemlerden biri de Slim Lipo. Bu, aslında bir lazer liposuction yöntemi. Tek farkı daha kısa sürede daha hızlı sonuç vermesi. Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Hüseyin Güner, “Bu yöntem fiber optik uzantısı olan bir lazerin liposuction borusunun içinden geçirilip yağı eritmesiyle ortaya çıktı. Uygulamada sadece yağ dokusunun eritilmesi hedefleniyor. Diğer dokulara dokunulmuyor. Lazer, yağ dokusunu gördüğünde bütün enerjisini ona aktarıyor ve yağ dokusunu eritmeye çalışıyor, böylece çevredeki dokulara zarar verilmeden işlem yapılmış oluyor” diyor.

Karın geriliyor, bacaklar düzeltiliyor
Lazer ile germe işlemi de yapılıyor. Op. Dr. Hüseyin Güner, eskiden her hastaya cerrahi yolla müdahale ederek karın germe ameliyatı yaparken şimdi sadece 10 hastanın 7 tanesine cerrahi uyguladıklarını belirtiyor. Bu yöntem sayesinde daha az cerrahi müdahale yapılmış oluyor ve hasta daha hızlı sürede gündelik yaşamına dönüyor.

Kalın ayak bileği sorunu da en çok görülen fakat en zor çare bulunan sorunlardan biri. Eskiden bu bölgeye liposuction yapmak zorlu bir işlemdi ve hasta üç ay varis çorabı giymek zorunda kalırdı. Bu yöntemle birlikte ayak bileğindeki yağ alınıyor ve hastanın iki hafta varis çorabı kullanması yeterli oluyor. Yine aynı uygulamayla çarpık bacakların da düzeltilmesi hedefleniyor.

Operasyondan önce yapılması gerekenler
Op. Dr. Hüseyin Güner, estetik müdahalelerden önce iyi bir araştırma yapılması gerektiğini belirtiyor ve “Hastalar, işlerini doktorlarına sorarak planlamalı. Çoğu hasta slim lipo işleminden sonra aynı gün işine dönebiliyor. Ama kişinin analiz edilmesi gerekiyor. Kimi hastanın ağrı eşiği düşük olabiliyor ya da birden fazla bölgeye müdahale edilebiliyor. Hastalar bu işlemden sonra spora bir hafta içinde başlayabiliyorlar. Denize ise 10 gün içinde girebiliyorlar” diyor. Uygulama sonrasında birkaç noktada ufak kızarıklık ve küçük morluklar olabiliyor.

YÜZ GERME AMELİYATI TARİH OLUYOR
Çene kenarlarının ve gıdı yağlarının da bu yöntemle eritilmesi hedefleniyor. Germe moduyla kesi olmadan yüz gerilebiliyor. Hastaların yüzde 50-60’ı için bu yöntem çok uygun. 50 yaşındaki bir kadın yüz germe için geldiğinde 1 saat içinde işlem tamamlanıyor. Op. Dr. Hüseyin Güner, “Yüz germe gerçekten gerekiyorsa yüzün 2/3’lük kısmına lazer uyguluyoruz, dış kısmından da sadece cilt çıkarma işlemi yapıyoruz ve hastayı aynı gün taburcu ediyoruz. Çok ufak bir izle hasta istediği görüntüye kavuşuyor. Eskisi gibi yüzü açıp uğraşmıyoruz” diyor.

Hedef: Daha ince kollar
Lazer, kol bölgesine de uygulanabiliyor. Bu yöntemde kolda sarkma çok az görülüyor. Op. Dr. Hüseyin Güner, “Eskiden kolunda fazlalık olan her hastaya cerrahi yani kesi yöntemi önerirken şimdi 20 hastadan birine cerrahi öneriyoruz. Hasta çok ileri yaştaysa ve kol içinde çok fazla kırışıklık varsa kırışıklığın da tedavi edilmesini istiyor. Slim Lipo ile sarkmayı engellemek mümkün ama kırışıklıkları tam olarak geçiremiyoruz” diyor.

Göz altı torbalarına veda!
Lazer, yağ olan her bölgeye uygulanabiliyor. Op. Dr. Hüseyin Güner, “Saçlı derinin altında bir yağ birikmesi varsa bunu keserek almaktansa lazerle eritebiliyoruz. Göz çevresindeki yağ fazlalıkları için de bu yöntem kullanılıyor. Çok ince bir fiberle göz çevresindeki fazlalıklar kesi yapmadan yok edilebiliyor. Lazer fiber, bir iğne deliğinden yağa tutuluyor ve o bölgeye parmakla dokunduğunuzda erimiş yağ dışarı çıkıyor. O ince deliğin kapanması da yarım saat bile sürmüyor. Hasta sonrasında hemen gündelik hayatına dönebiliyor. Eğer göz çevresinde kırışıklık sorunu da varsa başka bir lazer daha uyguluyoruz ve cildi geren bu lazerden sonra da hastanın istediği görüntüye kavuşmasına yardımcı oluyoruz. İşlem yaklaşık 15 dakika sürüyor” diyor.

Meme küçültülüyor
Yöntemle, meme küçültme de yapılabiliyor. 35 yaşını geçmiş iri memeli hastalar bu işlem için çok uygun. Çünkü bu yaşlarda memede süt üreten kısım azalırken yağ dokusu artıyor. Lazer, yağı eritmeye ve memeyi küçültmeye yardımcı oluyor.

Hasta sonuçları ne zaman görüyor?
Hastanın ilk kontrolü işlemden sonraki dördüncü gün oluyor ve o zaman bile fark görülüyor. Belden yukarı olan kısımlarda daha hızlı sonuç alınıyor. Dizden aşağıda olan kısımlar, kalpten uzak olduğu için dolaşım problemleri nedeniyle daha geç ortaya çıkıyor. Ama 1 ya da 1.5 ay içinde iyileşmenin yüzde 60’ı görülüyor. Ayak bileğinde ise hastanın bazen 2 ay beklemesi gerekebiliyor.

Tekrar kilo alınıyor mu?
Op. Dr. Hüseyin Güner, “Hastayı iyi değerlendirmek gerekiyor. Hasta tek bir şikayetle başvursa da baktığınız zaman karın diye geldiğinde basen üzerinde kalan, sırta uzanan kısımlarda da yağ görülebiliyor. Hastalar bize karın için gelirler fakat sadece karın bölgesini yaparsak ve diğer bölgelerin de alınmasına ihtiyaçları olduğunu söylemezsek karın düz, diğer bölgeler çıkıntılı oluyor. Bu tip yöntemler, zayıflama yöntemi değil. Yağ fazlalığı olan bölgeleri tedavi ediyoruz ama hasta kilo alırsa o bölgeden şişmanlama ihtimali her zaman bulunuyor. Biz bir şekil oluşturuyoruz, o şekil bozulmadan hasta kilo alıyor ve kilo veriyor” diyor.

İz kalmıyor
Uygulama sırasında kullanılan fiberler çok küçük ve ince olduğu için cilt altına girdiğinde sadece bir iğne izi bırakıyor. Bu iz de yapılan işlem bölgesine göre 5-6 dakika ya da 24 saat içinde geçiyor.

DİKKAT!
Hastalar bu işlemden önce aspirin ve kan sulandırıcı içmemeli. Balık yağı, Omega 3, Quenzim Q 10, ginseng, ginko bloba, sarımsak hapı gibi bitkisel ya da hayvansal besin takviyelerinin ciddi kan sulandırıcı etkileri bulunuyor. Mutlaka doktorlarına işlemden önce bunları belirtmeleri gerekiyor.

Liposuction’dan farklı
Liposuction’dan sonraki en büyük şikayetlerden biri iyileşmenin geç olması yani ağrı, şişlik, morluk olması, genel anestezi tercih edilmesi, lokal sedasyonla yapılacaksa da dışarıdan takviye olması, 4-8 hafta korse kullanılması. Ayrıca liposuction’dan sonra ciltte girinti çıkıntı da olabiliyor. Çünkü liposuction kanülleri, yağ almak için cilt altına girip, ileri geri hareket ettirilirken bağlar kopabiliyor. Bu bağlar koptuktan sonra tekrar aynı yere yerleşmesi için korse kullanılıyor. Ama lazer teknolojisindeki kanülle hiçbir şey vermeden yağ eritilebiliyor. Sonra çok ince bir fiberle hızla alınabilecek kadar yağ alınıyor, 3-4 gün sonra da hasta korseyi çıkartabiliyor.

Gece yeme sendromunuz mu var?




Fizyolojik ve psikolojik bulgularla açığa çıkan gece yeme sendromu normal olmayan bir yemek yeme düzensizliğidir. Sinirlilik, endişe ve depresyon genel bulgularındandır. Obez bireylerde görülme oranı ise daha fazla.


Ne tür belirtileri vardır?


*Bilinçsizce ve çok hızlı yemek yerler ve bu nedenle yaklaşık %30’unda yaralanma görülebilmektedir.
*Sabah açlık hissi olmaz ve ilk öğün vakti geç saatlere kayar.
*Akşam saatlarinde özellikle 7’den sonra aşırı yeme isteği görülür.


*En az 2 ay bu alışkanlık devam eder.
*Yemek yerken suçluluk hissi duyulur ve yemekten zevk alınmaz.
*Uygunsuz zamanlarda karbonhidrat ve tatlı yenilir.
*Uyku bozuklukları vardır ve buna bağlı uyku apnesi görülebilir.


Tedavisi nasıl?
Gece yeme sendromu bir psikiyatrik hastalıktır, kişi sabah uyandığında iyi durumdadır ama sonraki saatlerde ruhsal durumu bozulabilir.
Tedavi psikolojik desteğin yanı sıra düzgün bir beslenme alışkanlığı geliştirerek edinilebilinir.


Evde abur cubur tarzı yiyecekler bulundurmamak, akşamları yürüyüş yapmak, uyku öncesi ılık bir duş almak, sakinleştirici özelliği olan papatya, rezene ve melisa gibi bitki çaylarından tüketmek ve uyku gelmese bile aynı saatlerde yatmak önemli.

Türkiye’de intihar yaşı yükseliyor



Türkiye’de intihar yaşı yükseliyor

Gün geçtikçe artan ve hiç bitmeyen intihar haberleri böyle bir araştırma yapılması gerektiğini gösteriyor.
Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları E.A. Hastanesi (BRSHH) Düşünen Adam Dergisi’nde yayınlanan bir araştırmaya göreTürkiye’de intihar (özkıyım) yaşının yükseldiği ortaya çıktı.

Araştırma, 2007 – Ocak 2010 tarihleri arasındazehirlenme (entoksikasyon) yoluyla intihar girişimi nedeniyle yatan 540 hasta üzerinden yapıldı. İntihar amaçlı yatan 474 hastanın 361 (%76.16) kadın, 113’ü (%23.83) erkeklerden oluşuyordu.


Çalışmada en yüksek intihar girişimi sayısı, 169 hastayla 21–30 yaş grubunda görüldü. İkinci sırada ise 163 hasta ile 13–20 yaş grubu dikkati çekiyordu. Yüksek yaş gruplarında; 50 yaş üstünde 2007 yılında hiç hasta yokken, 2008 yılında 55–60 yaş grubunda 2 intihar girişimi bulunuyordu, 61 yaş üstü hiç hasta yoktu. Ama 2009 yılında 61–70 yaş grubunda 7 hasta, 71 yaş üstünde 3 hasta bulunuyordu. İlerleyen yaş gruplarındaki intihar girişimi her geçen yıl artış gösteriyordu.

Tüm hastalarda intihar teşebbüslerinin en fazla Haziran (%12.53), Temmuz (%11.66) ve Ekim (%11.23) aylarında olduğu görüldü. En az intihar girişiminin ise %2.16 ile Ocak ayında olduğu tespit edildi. İntihar girişiminde bulunan hastaların yaş ortalamaları yıllara göre karşılaştırıldığında, 2009 yılında saptanan ortalamanın 2007 yılına göre yüksek olduğu bulundu.
Türkiye’de henüz 40’lı yaşlarda yüksek oranlar görülmese de, her yıl yaş ortalamasının artması ileride daha yüksek rakamlara ulaşılabileceğinin sinyallerini veriyor. Telefonla aranan 40 yaş üstü hastaların intihar girişimi için neden vermek istemedikleri “oldu bir kere, bir daha olmaz” gibi pişmanlık ifadesi kullandıkları gözlendi.

Araştırmada intihar girişiminde yaş ortalamasının yükselme eğiliminde olduğu, kadın/erkek oranının birbirine yaklaştığı ve bazı aylarda zehirlenme ile intihar girişiminin daha çok olduğu tespit edildi.

Çalışmanın bulgularının çok merkezli ileriye dönük yeni araştırmalarla desteklenmesi gerektiğini dile getiren uzmanlar, son yıllarda intihar girişiminde bulunan hasta sayısındaki artış kadar, girişimde bulunanların yükselen yaş ortalamasının da dikkati çektiğini ifade ettiler.

"Azgın Teke" sendromu normal mi?



Azgın Teke sendromu normal mi?

CİNSEL Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED) Adana Şubesi Başkanı Uz. Dr. Taner Canatar, bazı erkeklerde orta yaş sorununun işte başarı hırsına, bazılarında dine yönelmeye, spor ve yeni hobiler edinmeye neden olabildiğini, ’azgın teke’ veya 40’ından sonra ’azma’ sendromlarının da aynı nedene dayandığını söyledi.
Dr. Taner Canatar, orta yaş bunalımlarından korumak için düzenli spor yapma, stresten uzak durma, iyi beslenme, iş temposunu azaltma, bol kitap okuma, resim veya el sanatları gibi hobilerle uğraşmayı önerdi.

CİSED Başkanı Canatar, orta yaş döneminin erkek için en verimli yaşlar olduğunu, ruh ve beden gelişimini tamamlayıp olgunlaşarak daha dengeli bir hal aldığını belirtti. Erkeklerde ’orta yaş bunalımı’ konusunda Taner Canatar, şunları söyledi:

"Yavaş yavaş belirginleşen zihinsel fonksiyonlarda düşüş, huysuzluk, kıskançlık ve çapkınlık gibi alışılmamış davranış şekillerinin dikkat çektiği dönem orta yaş krizi olarak adlandırılabilir. Erkekliğin simgesi haline gelen seks dürtüsü ve kapasitesi de maalesef yavaş yavaş azalmaya başlar. Bu doğal ve normal süreç genellikle erkekler tarafından rededilirr ve bu kabullenememe duygusu kişiyi, kendini çevreye ispat etme davranışına itebilir. Hatta bazı erkeklerde bu durum işte başarı hırsına, bazılarında dine yönelmeye, spor, yeni hobiler edinmeye sebep olabilir. Çünkü erkek bilinçdışı olarak cinsel dürtü ve başarı açısından eskisi gibi olduğunu ispat etmeye çalışır. Kendini ispatın ülkemizde seçilen diğer bir yolu da daha genç yaştaki kadınlarla flört etmektir. Makul ölçülerde normal sayılabilecek bu durum bazen kontrolden çıkabilir."

SEKS ERKEKLER İÇİN GÜÇ SİMGESİ
Kendini ispat ve genç görülme kompleksinin giyim tarzını, yeme alışkanlığını, sosyal davranış biçimini değiştirmeye yöneltebileceğini kaydeden Canatar, "Bu şekilde orta yaş krizine giren, cinsel isteğinde yalancı bir artış yaşayan, yemeye içmeye düşen, evini, karısını, işini veya sosyal çevresini terk etmeye teşebbüs eden, kıskançlığı artan, çapkınlık yapan ve keyfine düşkün olan erkeklere halk arasında azgın teke veya 40’ından sonra azma, bu durumun yaşanmasına da azgın teke sendromu denir" dedi.

CİSED Adana Şube Başkanı Uz. Dr. Canatar, orta yaş bunalımlarından korumak için önerilerini şöyle sıraladı:
"Ruh ve beden kapasitesi arttırılmalı. İleri yaşta düşünce, hafıza ve entelektüel fonksiyonlarını en üst düzeyde tutmak için; kendini ve çevreni olduğu gibi kabullenilmeli. Düzenli spor yapmak, stresten uzak durmak, iyi beslenmek, iş temposunu azaltmak, sık sık tatil yapmak, bol kitap okumak, müzik dinlemek, resim veya el sanatları gibi hobilerle uğraşmak işe yarayabiliyor."

Stres hamileliği geciktiriyor



Stres hamileliği geciktiriyor

Yağılan araştırmalar hamilelik döneminde anne adaylarındaki aşırı stres doğumu geciktirmekle beraber hamileliğe de zarar veriyor.
Oxford Üniversitesinden araştırmacılar, doğal yollardan hamile kalmayı planlayan kadınların stres hormonlarını ölçtüler ve aşırı stresin hamile kalma olasılığını düşürdüğünü tespit ettiler. Şimdiye kadar bu konuda bilgiler olmasına karşın, doğrudan bilimsel kanıtın bulunması zordu.

Araştırma, ABD'de Eunice Kennedy Shriver İnsan Gelişimi ve Ulusal Çocuk Sağlığı Merkeziyle ortaklaşa olarak sigara, alkol ve kafeinin hamile kalma olasılığı üzerindeki etkilerinin araştırıldığı çalışmanın bir parçası olarak yürütüldü.

Sonuçları "Fertility and Sterility" dergisinde yayınlanan araştırmanın, hamile kalmayı planlayan 18 ila 40 yaşlarındaki sağlıklı 274 kadınla yapıldığı belirtildi.

Yaş, obezite, alkol ve sigara kullanımının hamile kalma olasılığını etkilediği bilinirken, uzmanlar stresin hamileliğe etkisiyle ilgili açık bir bulguya rastlamamışlardı.

Araştırmacılar, rahatlamanın çocuk sahibi olmak isteyen çiftlere yardımcı olabileceğini, konuyla ilgili daha çok araştırma yapılması gerektiğini belirttiler.

Söz konusu araştırmada kadınların salyasında, stres hormonu olarak bilinen, heyecan, korku ve sinirlilik anlarında ortaya çıkan adrenalin ve kronik strese bağlı kortizol hormonunun seviyeleri ölçüldü.

Adrenalin seviyesi yumurtlama döneminde en yüksek olan kadınların hamile kalma olasılığının, seviyenin en düşük olduğu kadınlara göre yüzde 12 daha düşük olduğu, ancak kortizol hormonunun duruma bir etkisinin olmadığı ortaya çıktı.

YOGA: Bulguların bebek istenilen dönemde çiftlerin olabildiğince rahat olmaları gerektiği tezini destekler nitelikte olduğunu açıklayan Oxford Üniversitesinden Dr. Cecilia Pyper, çalışmalarının sağlıklı bayanlarda hamile kalmayı etkileyen nedenlerin daha iyi anlaşılmasını amaçladığını söyledi.

Cecilia Pyper konuyla ilgili olarak, "Bu, stresin biyolojik ölçümünün, hamile kalma olasılığıyla ilişkisini ortaya çıkarmak amacıyla yapılan ilk araştırma. Bazı vakalarda rahatlama teknikleri, danışmanlık hizmetleri hatta yoga ve meditasyon gibi rahatlatıcı yöntemler bile yardımcı olabilir" dedi.