English French German Spain Italian Dutch Russian Portuguese Japanese Korean Arabic Chinese Simplified

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Alexander Graham Bell



Aslen iskoçyalı olan Graham Bell ABD vatandaşlığına geçerek hayatını bu şekilde sürdürdü. Zamanının en önemli ve en ünlü mucitlerinden biri olarak kabul edilen Graham Bell telefonun icadıyla adeta hayatımızda yeni bir döneme geçmemizi sağladı.
Edinburg doğumlu Alexsander Graham Bell Amerikan yurttaşlığına geçmişti ve sağır bir kıza aşıktı. Sağırlara nasıl yardımcı olabileceğini düşünüyordu. Boston Üniversitesi'nde ses fizyolojisi profesörü iken sesleri mekanik olarak yeniden üretme fikri kafasını sürekli meşgul ediyordu.


Ses dalgaları elektrik akımına dönüştürülebilirse o zaman elektrik akımının da bir devrenin öteki ucunda yeniden sese dönüşürülebileceğini düşünüyordu. 1876 yılıydı. Bir gün sesi taşımak üzere tasarladığı bir araçla deney yaparken pilin asiti pantolonuna döküldü. Asistanı Thomas Watson'dan Watson'ın binanın başka bir tarafında olduğunu bilmeden yardım istedi.

Bundan sonra neler olduğunu laboratuvar notlarında şöyle anlatır: "Ağızlıktan şu tümceyi söylemiştim: 'Bay Watson buraya gelin. Sizi görmek istiyorum.' Şaşılacak bir şey ama geldi ve söylediklerimi duyup anladığını söyledi. O'ndan sözlerimi yinelemisini istedim. Harfi harfine yineledi. Sonra yer değiştirdik Watson kitabın birinden ağızlığa birkaç bölüm okurken alıcıdan dinledim. Çıkan seslerin alıcıdan geldiğine hiç kuşku yoktu. Duyulan ses yüksek ama anlaşılmaz ve boğuktu. Ne söylendiğini çıkaramadım ama rastgele bazı sözcükler çok açıktı; en sonunda da çok açık ve anlaşılır biçimde "Bay Bell söylediklerimi anladınız mı" tümcesi duyuldu.

Bell bir yıl sonra telefonun patentini aldı. Birkaç ay sonra Bağımsızlık Bildirgesi nin yayımlanışının 100. yıl kutlamalarının en coşkulu günleriydi. Konuk Brezilya İmparatoru 2.Pedro "Bu konuşuyor" diye haykırarak onu bütün dünyaya duyurdu.

Telefon bulunduğu sıralarda Amerikalı bir belediye başkanı "Bir gün her kentte bir tane olacak" dediğinde cüretkar bir öngörü sayıldı. İngiltere de de Postane Başmühendisi Sir William Preece bir halk komitesinde "Amerikalıların telefona ihtiyaçları var ama bizim yok. Bizim elimizde bir yığın haberci çocuk var" dedi.






Arthur C. Clarke yirminci yüzyılın sonlarından önce dünyadaki her köyde değil her evde bir telefon olacağını daha o günden tahmin etmişti.

Thomas Edison telefonu geliştirdi gramofonun habercisi olan fonografı buldu. Joe Nickell bu şeyin kolay kabul görmediğini şöyle anlatır: "1878'de Fransız Bilimler Akademisi’nin üyeleri Du Moncel’in Thomas Edison’un son buluşu ile ilgili olarak gerçekleştireceği bir gösteriye tanıklık etmek için toplanmışlardı. Toplantıya ünlü fizikçi Jean Bouilland da katılmıştı. Küçük ilkel fonograf konuşmaya başladığı sırada (Du Moncel’in biraz önce söylediği sözleri yanlışsız yinelerken) 82 yaşındaki Bouilland fizikçinin üzerine atılıp boğazına sarıldı.

"Seni sefil!" diye bağırdı."Bir vantroluğun hileleriyle bize aldatmak istemeye nasıl cüret edersin! "Bouilland bir tek insanların konuşabildiğini makinelerin konuşamayacağını "kavramış" biriydi!"

Maxwel in konuyla ilgili makalesi aslında 1865 yılında yayınlanmıştı.

Maxwel'in Elektromanyetik Dalga Kuramı büyük bir düşünsel başarıydı ama bazı İngiliz ve Avrupalı bilim adamlarının fazlaca ilgisini çekmemişti. Makalesinin yayınlanışından tam 23 yıl sonra 1887 yılında Alman fizikçi Heinrich Hertz (1857-1894) elektromanyetik dalgaların varlığını denel olarak kanıtladı.

Hertz bunu başarabilmek için dalgaları yayan bir verici ve bir alıcı yapmıştı. Böylelikle dalgaların iddia edildiği gibi hareket ettiklerini kanıtlayabilecekti; ama o zamanların iyi donanımlı laboratuvarlarının çoğunda bulunabilecek basit elektrikli teçhizatı kullanmıştı.

Hertz'in vericisi aküyle çalışan bir endüksiyon bobiniydi; yani günümüz otomobillerinde bulunan ateşleme bobinine (kontakt) benzeyen ve ayarlanabilir bir kıvılcım boşluğu bulunan bir kıvılcım veya endüksiyon bobiniydi. Ayrıca vericinin üzerinde çift kutuplu anten olarak işlev gören iki tane düz metal plaka bulunuyordu.

Hertz'in alıcısı küçük bir boşlukla ayrılmış bir tel devreydi. Vericilerin boşluğundaki salınım yükü Uzay'da ışıyan elektromanyetik dalgalar alıcıya ulaşırken telde bulunan sabit elektronların hareket etmesine ve devredeki boşlukta bir kıvılcımın oluşmasına neden oluyordu.

Sonuçta Hertz'in laboratuvarında kıvılcımlı telsiz telgraf sistemi doğmuş oldu. Üzerinde yapılacak önemsiz değişikliklerle Hertz'in cihazı kodlu mesajlar gönderebilecek bir biçime dönüştürülebilrdi. Ama ne var ki Hertz iletişim teknolojisiyle ilgilenmiyordu.

Sonuçta o Maxwell'in kuramsal çalışmasının önemli bir kısmını deneylerle doğrulayan bir bilim adamıydı. Hertz'in yaptığı deneyleri açıklayan popüler çağdaş yorumlar bu deneylerin olası pratik kullanımlarından söz ediliyordu; ama Hertz araştırmasının bu yönüne ilişkin olarak hiçbir yorumda bulunmadı.


Bu sıralarda İngiltere de Sir Oliver Lodge (1851-1940) da benzer çalışmalar yapıyordu. Bu çalışmaların aksayan yanları bulunmasına karşın Hertz telsiz dalgalarının telgrafın keşfinde ilk adımları yansıtır.

Hertz ve Lodge verici ve alıcı cihazları belirli bilmsel ilkeleri kanıtlamak amacıyla yapmışlardı; ama yine de Lodge Alman meslektaşına kıyasla teknolojik sorunlarla daha fazla ilgileniyordu. Sözgelimi elektrik dalgaları üzerine yaptığı araştırma fırtınalı havalar sırasında yeterli koruma sağlayamayan yıldırımsavarların gelişkin hale getirilmesine yönelik bir araştırmadan türemişti.

Uygulamaya yönelik ilgisine ve elektromanyetik ışıma hakkındaki üstün bilgisine rağmen Lodge telsiz telgraf düşüncesine ilk yönelenlerden birisi olamadı.

1892 yılında bir başka İngiliz fizikçi (tabi ki o da bir Sir) Sir William Crookes popüler bir bilim dergisinde Hertz'in keşfettiği dalgaların mucizelerini öven bir makale yazmıştı. Crookes'in kehanetlerine göre bu dalgalar gelecekte hava koşullarının kontrol edilmesini daha iyi ürünler yetiştirilmesini aktarım telleri kullanmaksızın evlerin aydınlatılmasını sağlayacaktı; o sıralarda ise tellere direklere kablolara veya pahalı aletlere gerek duymayan bir telgraf sisteminin yaratılmasında kullanılabilirlerdi.

Tarihçi Hugh G.J.Aitken ise 1892 yılının telsizle iletişimin gelişiminde bir sınır çizdiğine inanıyor. Önceleri elektromanyetik dalgalar üzerine yapılan deneylerMaxwell Kuramı'nı geçerli kılma amacını güdüyordu. Ama 1892 yılından sonra deney yapan kişiler sinyal gönderme sistemlerine yeni cihazların geliştirilmesine veya icat edilmesine ve bilimsel makaleler yerine patent başvuruları gerektiren ticari gelişmelere yöneldiler.

Lodge 1894 yılında İngiliz Bilim Geliştirme Derneği'nin yıllık toplantısında icat ettiği vericiyi tanıttı. Yaklaşık 55 metrelik bir uzaklığa mors alfabesiyle sinyaller gönderdi ve telsiz telgrafın sunacağı olanakları anlattı. O sıralarda Lodge telsizle iletişim konusunda bilimsel ve teknolojik gelişmeleri yakından takip ediyordu ve bu alandaki bilgisi oldukça fazlaydı.

Bunun yanısıra bu konunun gelecekte çok büyük bir etkiye sahip olacak yönleri üzerinde de çalışmalarda bulunuyordu ki bunlar arasında en önemlisi 'seçici akort' tu. Bu buluş telsizle iletişimden yararlanan kişilerin daha düşük frekanslarda haberleşmelerini sağlayacak ve böylelikle başka sinyallerin araya girmesini engelleyecekti.

Maxwell 19. yüzyılın büyük öncülerinden biridir. Bir gazın sıcaklığının o gazın molekülleriyle ilişkisini açıkladı ve "gazların kinetik kuramı" nın oluşmasında belirleyici rol oynadı. Aynı matemaktiksel hünerini elektrik ve manyetizma olayları arasındaki ilişkiyi açıklayan denklemleri kurarken de kullandı. O gerçek bir araştırmacıydı. Mekanik ve astronomi ile de ilgilendi. 1861 yılında renkli fotoğrafı ilk olarak o çekti.

1876 yılında Alexander Graham Bell telefonu icat ettiğinde insan iletişiminde yeni bir çığır açıldı. Bell'in buluşundan önce bir mesajı en hızlı iletmenin yolu Mors alfabesiyle telgraf hatlarından ulaştırmaktı. Ancak telgraf kullanımında insan sesinin teller aracılığıyla aktarılmasına olanak yoktu. Kendi dönemine göre yeni bir yöntem sayılan telgraftan önce acil mesajların atlı ulaklar duman işaretleri güvercinler ve gemiler kullanılarak iletilmesi gerekiyordu. 1870'li yıllarda pek çok insan telgrafı geliştirmek için çaba harcıyordu. Ancak Bell tek başına ipi göğüslemeyi başardı. Bell tüm hayatını sağırların eğitimine adamıştı. Bir yandan da telgrafı geliştirmeye ve bu sayede para kazanmaya çalışıyordu. Deneyleri sırasında bir odadan diğerine gerdiği telin yansıttığı ses titreşimlerini duydu. Bu zayıf sesi diğer mucitler de duymuş olsalar bile büyük farklılığı kavrayamadıkları hemen hemen kesindi. Bell insan kulağının titreşimleri güçlendirmesi konusundaki derin bilgilerinin yardımı ve tel aracılığıyla insan sesinin aktarılmasının mümkün olduğunu kavradı. Böylece telefon doğdu. On yıl içerisinde önce Amerika'ya daha sonra da tüm dünyaya yayıldı.

XIX. yüzyılın son çeyreğinde Morse telgrafı standart araçları kuralları ve uzmanlarıyla tam örgütlenmiş bir kamu hizmeti durumuna gelmişti. Ve sayısız araştırmacılar daha da geliştirmek için harıl harıl çalışmaktaydılar. Çabaları özellikle iki yön izlemekteydi: En kısa zamanda masrafları karşılayacak azami hızı ulaşımda sağlamak; bir de Morse alfabesini bir yana bırakıp mesajları normal yazıyla alabilmek

Birincisini duplex (çift taraflı haberleşme) tekniğiyle yani her iki yönden birden mesaj göndermek yoluyla sağladılar. Bu güzel icat iki kişinin eseri oldu: Wheatstone (1852) ve Amerikalı Stearns (1868). Ünlü Thomas Edison da bunu 1871'de guadruplex sistem haline soktu.

İkinci sorun için ilk çözüm bulan İngiliz Davit Hughes (1831-1900) oldu.1855'te alfabenin harflerine karşılık olan bir klavye teklif etti. Ama yine de en köklü çözüm yolunu basit bir telgraf teknisyeni olan Fransız Emile Baudot (1845-1903) gösterdi. 1874'te karma bir yol Hughes ile şirketinin kullandığı Morse makinelerinin birleştirilmesini teklif etti. Ve bunu gerçekleştirmeyi başardı. Böylece yazılı bir telgraf meydana getirmekle kalmadı birkaç mesajı (5-6 taneyi) birden gönderme imkânını da sağlamış oldu. 

Açıkgöz bir adam olan Baudot icadının beratını almaya ve makinesini P.T.T.'ye kabul ettirmeyi başardı. Bunun kendisine paraca bir tatmin sağladığı söylenemezse de adının Morse'unki gibi gelecek kuşaklara bir cins isim olarak kaldığını görmek kıvancına erişti. 

Telefon Baudot'nun ilk denenmesi sırasında icat edildi.

Bu icadın da uzun bir geçmişi olmuştur. İlkini sicimi: telefonu (Hooke) bir yana bırakalım; 1782'de sesleri 800 m. uzağa götürmeyi deneyen Papaz Dom Gauthey'i de anıp geçtikten sonra bu alanda ciddi ilk çalışmayı yapmış olan Amerikalı Charles Page'a (1812-1873) gelelim. Page yumuşak demir parçacıklarını hızla mıknatıslamak ve mıknatıslığını gidermek yoluyla sesleri almayı başarmıştı. Meslektaşı Cenevreli fizikçi Auguste de la Rive (1801-1873) bunu geliştirdi ve işitelefonun gerçek ön-icatçısı olarak sayacağımız Alman fizikçi Philipp Reiss (1801-1873) ele aldı . 

Reiss makinesi sesin titrediği bir zardı ve bu titremeler elektrik devresini kapatmaktaydı. 

Reiss uluslararası üne sahip bir bilgin değildi. Öyle ki çalışmaları kendini aynı çalışmalara vermiş olan Amerikalı profesörün kulağına rastlantıyla çalındı. Bu bir diksiyon profesörünün oğlu olup 3 Mart 1847'de Edinburg'da doğan Graham Bell idi. Kendisi de babası gibi fonetikle konuşma mekanizması ve sağır dilsizlerle ilgilenmişti. Bu alandaki incelemeleri sırasında Holmholtz'un "İşitme Duyusu Açısından Müziğin Fizyolojik Teorisi" (1863) adlı eserinden elektromıknatısın etkilediği bir diyapazon aracılığıyla nasıl sesler elde edilebileceği hakkında fikir edinmiş ve elektrik konusunda incelemeler yapmaya başlamıştı. 

1872'de Amerikaya göç eden ve Boston Üniversitesine ses fizyolojisi profesörü olarak atanan Bell sağırlarla ilgili projelerini bir yana atmış değildi; hatta bir sağır kadınla evlenmişti. O kadar ki 1875'te bir telgraf maniplesi aracılığıyla bir diyapazonu onlar için titreştirmişti. Günün birinde diyapazonun yerine mıknatıslı maden parçaları kullandı ve bunlardan birinin kuru bir ses çıkararak elektromıknatısa gidip yapıştığını gözlemledi. Ani bir esinlemeyle irkildi. Maden parçacıklarının yerine bir zar yerleştirdi ve zarı titreşimlerine göre direnci değişen bir elektrik devresine bağladı. Sonra telin öbür ucunda çalışmakta olan asistanına seslendi: "Bay Watsongelin! size ihtiyacım var." Watson şaşkın ve ürkek bir tavırla koşup geldi: Patronunun sesini telefondan duymuştu. 

Bu olay 10 Mart 1876'da olmuştu. O zamanlar ilim adamları bu icadı Amerika'nın en olağanüstü buluşu olarak nitelemekteydiler ama o haliyle çok olduğu da bir gerçekti. Bir elektrik jeneratörüyle çalışmıyordu. Elektrik akımını yaratan vericideki manyetik alanın değişimleriydi ve bu telden geçerek alıcıdaki elektromıknatısı harekete getiriyordu. Bu durumda 10-12 metreyi aşamazdı. Aygıtı ilk geliştiren Edison oldu (1876). Vericiye bir pil bağlayarak gücünü artırdı. 1878' de Hugnes mikrofon'u icat etti ve böylece zarların titreşimleri sonucu elde edilen sesleri büyük oranda yükseltmek mümkün oldu.

Böylesine olağanüstü bir buluş sözgelişi New York'ta iken Boston'daki arkadaşının sesini duymak görülmemiş bir heyecan yarattı; olaylara kıskançlıklara kinlere ve davalara konu oldu. ilk davayı açan Amerikalı değerli teknisyen Elisha Gray (1835-1901) idi. içine kapanık bir araştırmacı olan Gray telefonu Graham Bell'le aynı zamanda bulmuş ama ne yazık ki beratını ondan iki saat sonra istemişti. Bu 120 dakikalık gecikme mahkemelerin haklarını reddetmesi için yetti. Graham Bell'inicadını telgraf şirketi Western Union'a teklif edip (1877) reddedilmesinden sonra kurulan Bell Telephone Şirketi aleyhine; sözde başka mucitler geliştiriciler ve rakipler tarafından bir yığın davalar açılmaya başlanmış bir yandan da berat meseleleri çevresinde tatsız didişmeler ve açgözlü çekişmeler almış yürümüştü. 

Bütün davalar art arda gerçek mucidin lehine sona ermekteydi. Telefon da bir yandan durmadan yayılmakta teller şehirlerden şehirlere uzanmaktaydı. 1880 yılında Amerika'nın 35 eyaleti telefon santralına kavuşmuş ve 70.000 abone kaydetmişti. Bell 4 Ağustos 1922'de Halifax'da öldüğünde Amerika ve Kanada'daki 17 milyon abonelik şebekede ulaşım bir dakika durduruldu. 

1876'da telefonun icadı bunca hayranlık dolu bir şaşkınlık yarattıktan sonra fonografın etkisi ne oldu bir gözünüzün önüne getirin. Oysa bu konu da ani olarak patlak vermemiş çalışmalar az çok kulaktan kulağa duyulmuştu. Bilim adamları uzunca bir süreden beri uğraşmaktaydılar; hatta 1857'de yarı yola varmışlardı bile. O yıl mütevazı bir basın musahhihi olan Fransız Edouard-Leon Scott (1817-1879) gerçek bir kaydedici fonograf imal etti. Bu altında bir silindirin döndüğü madeni bir sivri uç ve buna bağlı bir zardan oluşmuştu. Bu zarın önünde konuşulunca ya da şarkı söylenince sesler sivri madeni uç aracılığıyla silindirin üzerinde titreşimli izlet bırakıyordu. 

Bu kaydetmenin tersinin olabileceği yani sivri ucu bu izlerden bir daha geçirmek yoluyla söz ya da müziği yeniden meydana getirmek bambaşka bir alandı elbet. Ve kolay kolay kimsenin aklına gelecek şey de değildi. Bunu ilk düşünen Charles Cros (1842-1888) adında bir Fransız oldu. Cros şair mizahçı hem de bilim adamıydı. Bir yandan şiirler yazıyor bir yandan da teorik olarak renkli fotoğraf gezegenlerarası ulaşım ve fonograf tasarlıyordu. Tasarıları gerçekleşti ve 1877'de Bilimler Akademisine "paleophone" adını verdiği gerçekte bir fonograf olan bir aletin planını sundu. 

Edison'un bu çalışmadan haberi oldu mu? Yoksa yalnızca bir rastlantı sonucu olarak mı bilmiyoruz; tıpatıp aynı ilkelere dayanan makinesi için berat istedi. Edison'u bu makinenin önünde çocukça bir şarkı olan "Mary had a little lamb -Mary'nin minik bir kuzusu var" şarkısını söylerken görenler makinenin az sonra hımhım bir sesle bunu tekrarladığını duydular. 

1878'in fonografı bir oyuncaktı ama inanılmaz bir gelişme gösterdi ve günümüzün elektrofon ve mikrosiyon plaklarına bir yığın yeni buluş ve icatlara yol açtı.

Yüzyıllar boyunca insanlar uzak yerlerle haberleşmeyi sağlayacak işaretler gönderme yollarını aradılar. Mesaj iletmek için başvurulan ilk yöntemler açık havada yakılan ateşler ve parlayan aynalardı. Fransız Claude Chappe 1793'te icat ettiği mesaj iletme makinesine "uzaktan yazan" anlamında "telgraf" adını verdi. Bu aygıtın işleyişi kule tepesine takılmış hareketli kolların kullanılmasıyla oluşturulan işaretler yardımıyla rakam ve harfleri iletmeye dayanıyordu. 

Sonraki 40 yıl içinde elektrikli telgraf geliştirildi ve 1876'da Alexander Graham Bell ilk kez konuşmaları teller aracılığıyla iletmeyi sağlayan telefonu icat etti. Sağırlarla ilgili çalışmaları Bell'i seslerin havadaki titreşimlerle nasıl oluştuğunu merak etmeye yöneltmiş "armonik telgraf" adı verilen bir düzenek üstünde çalışırken elektrik akımının konuşma sırasında oluşan titreşimleri andıracak biçimde değiştirilebileceğini bulmuştu. Telefonla ilgili çalışmalarının dayandığı ilke de buydu. 

Türkiye'de ilk telefon 1908 senesinde uygulanmaya başlandı. Kadıköy ve Beyoğlu santralleri 1911 senesinde hizmete açıldı. İlk otomatik telefon santralı 1926 senesinde Ankara'da kuruldu. Ardından diğer il merkezlerinde de telefon santralları kurulmaya başlandı.

Peki Alo sözcüğü nereden geliyor

Telefonda hemen hemen her gün kim bilir kaç kez kullandığımız ALO sözcüğü gerçekte bir sevgilinin adının "kısaltılmış" biçimidir. 

Sevgilinin "tam adı" "Alessandra Lolita Oswaldo" dur. Bu sevimli genç kız telefonu icat eden Alexander Graham Bell’in sevgilisiydi. Graham Bell telefonu icad edince ilk hattı sevgilisinin evine çekmişti. 

Atölyesinde telefonu çalınca arayanın Allessandra Lolita Oswaldo’dan başkası olamayacağını bildiğinden; Graham Bell telefonu açar açmaz "Alessandra Lolita Oswaldo" diyordu.

Bell zamanla sevgilisine adını kısaltarak hitap etmeye başladı ve telefonu her açışında onu "Ale Lol Os" diye karşıladı. Çalışmaları uzadıkça Graham Bell sevgilisinin adını daha da kısalttı ve ona iki heceli bir ad buldu. Bu kısa ad "ALO" idi. 

Allessandra Lolita Oswaldo geliştirip tüm kente yaymaya çalıştığı telefondan başka bir şey düşünmeyen sevgilisinin bitmez tükenmek bilmeyen deneylerinden rahatsız olmaya başlayınca Bell’i terk etti. 

Yaşlı Bell sevgilisinin kendisini bir gün arayacağı umuduyla telefonun başından ayrılmadı. Kentte çekilen telefon hatlarının sayısı da giderek artmaya başlamıştı. Graham Bell’i artık başka kişiler de arıyordu. Fakat o telefonun her çalışında kendisini sevgilisinin aradığını sanarak telefonunu ALO diyerek açıyor ve herkese artık ALO diyordu. 

O günlerde hemen herkes telefonu açtıklarında Alexander Graham Bell’in anısına saygı olarak ALO demeye başladı. Bugün tümümüzün kullandığı ALO sözcüğü işte o günlerden uzanmaktadır günümüze.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder